Başvuru formunu doldurduğum bir programın düşüncelerimizi öğrenme adına yönelttiği bir soruya verdiğim deneme türü cevabı sizlerle paylaşmak istedim. Soru şu şekildeydi: “Göç krizini çözmekte bireylerin mi, devletlerin mi yoksa kuruluşların mı daha büyük bir sorumluluğu vardır?” Benim cevabım da bu şekilde oldu:
Göç, bize yöneltilen soru içerisinde yer alan ‘kriz’ tanımlamasından ziyade insanların çeşitli sebepler nedeniyle yüzyıllar boyu gerçekleştirdiği bir hareketlenmedir. Göçü yaratan politik, ekonomik, sosyal ve ekolojik birtakım vakalardan kriz olarak bahsedebiliriz. Bu nedenle, bu denemede ‘göç krizini’ çözme adına değil, ‘göçü yönetebilme’ kavramı etrafında bireylerin, devletlerin ve kuruluşların sorumluluklarını sorgulayacağım.
Modern dünya siyaseti ve uluslararası ilişkiler, halen ulus-devlet sistemi etkisi altındadır. Bu sistemde karar alıcılar genellikle devletler ve devletlerarası kuruluşlardır. Bir diğer taraftan, dünya tarihi boyunca çeşitli boyutlarda ve hızlarda süre gelmiş küreselleşme olgusu, yaklaşık olarak son kırk yıldır teknolojik gelişmelerin de patlama yapmasıyla birlikte belki de en hızlı seviyesinde devam etmektedir. Bu süreç içerisinde küreselleşme pek çok disiplini farklı yönleriyle etkilerken, uluslararası sistemi de es geçmemiş ve ulus-devletlerin gücünü nispeten azaltmıştır. Artık içinde bulunduğumuz dünyada, her ne kadar devletler meşru gücü ellerinde bulundursalar da pek çok devlet dışı aktör ve aktif bireyler karar alma süreçlerini etkilemektedir. Dolayısıyla, ele aldığımız sorunun cevabı, içinde bulunduğumuz sistem ve onun aktörleri arasındaki ilişkilerde yatmaktadır.
Göç konusu, özellikle son yıllarda yaşanan güçlü devletler destekli lokal savaşlar, siyasal ve sosyal baskılar ve iklim değişikliğinin yarattığı tahribat nedeniyle ön plana çıkmış hem sosyal hem politik hem de ekonomik bir olgudur. Göçü tanımlarken, sadece bir yerden başka bir yere hareket eden insanları düşünmektense, o insanların ulaştıkları yeni yerlerde kurdukları hayatı ve oradaki yerel halkla ilişkilerini mutlaka göz önünde bulundurmak gerekir. Bu noktada, göç eden bir kitlenin ulaştığı yerdeki toplumla içine girebileceği açmazlar pek tabii olacaktır. Bunu kriz olarak nitelemektense, doğal bir süreç olarak ele alıp, hangi aktörler tarafından nasıl yönetileceği konusunu gündeme getirmek çok hayati niteliktedir.
Yukarıda çizmeye çalıştığım resim doğrultusunda; özellikle devletler ve çeşitli kuruluşlar, günümüz göç hareketlenmelerinin yarattığı olumlu ve olumsuz sonuçları yönetmede başat aktörlerdir. Devletler özellikle meşru gücü elinde bulunduran aktörler olarak hem savaşları yürüten mekanizmalar, hem de bundan etkilenen insanların bulundukları yerden başka bir yere gidişlerini ve yerleşmelerini düzenleyen birimlerdir. Bu karmaşık yapı içerisinde çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlar da önemli sorumluluklar almaktadırlar. Göçün yarattığı etkiler devletler tarafından çözülemeyecek boyutta olduğu zaman, ilgili kurum ve kuruluşların önemli derecede destek ve çalışmalarına ihtiyaç vardır. Yine bu çerçevede, bireyi bir kenara bırakmak yanlış olur. Birey, doğası gereği zaten devleti ve kuruluşları oluşturan yapı taşlarıdır. Bir bünyenin atomu gibidir bireyler. Bu yüzden bireysel farkındalık ve aktif bir katılım yine göçe dair vakalarda çözüme ulaşmak adına çok önemlidir.
Sonuç olarak sistem içerisinde yer alan her aktörün rolü ve aldığı sorumluluklar çok değerlidir. Birini diğerinden uzakta ayrı bir yerde tutmak olanaksızdır. En önemlisi de, bu aktörlerin süreç içerisinde dayanışma halinde olmaları ve sorunlara ayrıştırıcı bakış açısından uzak çözüm odaklı bir şekilde yaklaşmalarıdır.
Barış Can Sever
Mersin Kent Haber