DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Mehmet Babacan
Mehmet Babacan
Giriş Tarihi : 25-08-2023 09:27

PSİKOLOJİK SAVAŞ

Köy Enstitülerinde ve devamı olan İlköğretmen okullarında 
son sınıfların yatılı köy stajları olurdu.
       8- 10 kişilik gruplar halinde ikişer aylık yatılı staj, mezuniyete
esas bir zorunluluktu.
     Staj köyleri Milli Eğitim Bakanlığınca saptanır ve parası Bakanlıkça
ödenirdi. İki ay için 1955- 56’ da 120 TL  veriliyordu.
     Bizim dönemimizde son sınıflar 4 şubeydi. Biz de D şubesiydik.
     Staj köylerimizden Yassıca, Ceyhan’a bağlı bir ova köyüydü. 
     1940’lı yıllarda Bulgaristan’dan gelen göçmenlerce kurulmuştu. 
     Ayda bir evlerini, avlularını bembeyaz badana etmekle ünlü, tertemiz bir köydü.
     Yassıca ilkokulu lojmana bitişik tek dersaneli ve tek öğretmenli bir okuldu.  
     Turgut öğretmenin ilginç bir adam olduğu söyleniyordu. Çünkü staja giden üç grup da anlaşamamıştı onunla.
     Anlaşmazlık nedenleri net olarak bilinmiyordu. Kimi Diktatör” diyor, kimi “ Bizi çocuk görüyor” diyordu. “ Her şeye kuşkulu bakıyor” diyenler de az değildi.
      Herkesin ortak görüşü ise “ köylü ile görüşüp konuşmamıza kızıyor” yargısında buluşuyordu.

 ***
     Staj sırası bize gelmişti.
     Bizim “ Anca beraber, kanca beraber” etiketli bir grubumuz vardı. Grubumuz şu üyelerden oluşuyordu:
     Neşet Aydın/ Heyecan Aydın/ Halil Erkan/ Remzi Abalı/ Küçük Osman Yıldız/ Feyyaz Özgür/ Nazmi Öz ve Ben.
     Coşkulu bir toplantıdan sonra,  staj için Yassıca’ ya gitmeye karar verdik. 
     Ama prensiplerimiz olmalıydı. Okul Müdürünün sıkıntısını anlayıp, sorunu çözmeliydik. 
     Kim bilir yarın meslekte nelerle karşılaşacaktık. Sorunların seyircisi değil, çözümcüsü olmalıydık. 
     Önceki gruplar, belli ölçülerde de olsa, önyargılı gitmiş olmakla, sorunu anlayıp çözecek   zemini yaratamamış olabilirlerdi. 
     Oysa biz Yörük çocuklarıydık. Yörüklerde komşuluk çok önemlidir.
     Komşu komşunun yalnız külüne değil, falına da muhtaçtır. O falın anlamı komşunun   sıkıntısını vaktinde sezip, derman olabilmektir.
     Biz Yörüklüğümüzü ortaya koymalıydık.
     Grup sözcüsü olarak ben seçilmiştim.

 ***
     Yassıca’ ya gönüllü olduğumuzu Meslek Dersleri öğretmenimize ve Okul Yönetimine kabul ettirmemiz gerekiyordu.
     Plan ve projeye dayanan yoğun isteğimiz karşısında kabul ettiler.
     Yassıca’ ya gitmemize izin vermişlerdi, ama yüreklerinde bir korku olduğunu biliyorduk. 
     Mahcup olmamalıydık.

 ***
      Yassıca İlkokulu Müdürü Turgut Bey bizi dostça karşıladı. 
     Yirmi iki yıllık öğretmen olduğunu,  görev yaptığı yöreleri anlattı. 
     Dili tatlı bir adamdı. Nedense hiç evlenmemiş, yeni nişanlanmış.
      Müdür odasıyla gurur duyuyor gibiydi.
      Gerçekten Müdür odasında olağan dışı bir düzen vardı. 
     Her şey pırıl pırıl tertemiz ve etiketliydi. Hepsinin ölçülü gibi bir dizilişi vardı. 
     Önceki staj gruplarından hiç söz etmedi. Dedi- kodu etmeyişi bile bir değerdi. 
     Okul, lojmanla bitişik, tek dersaneli okul tipiydi. Pencereler dıştan kepenkliydi ve epeyce yıpranmışlardı. Boyamayı önerdik. Hemen kabul etti ve gidip boya, fırça alıp getirdi. 
     Bu adama  kötü diyenden kuşku duymaya hazırlanıyorduk nerdeyse. 
     Yemeğimizi ortak yapmayı önerdik, severek kabul etti. 
     İlk haftayı güle oynaya tamamlamak üzereyken, okulun karşısındaki bakkala gittim.
     Bakkalın yanında oturan Adam:
     -Genç, stajcı mısın? dedi, bana.
     -Evet de niye sordun? 
     -Delikanlı, buraya ne cesaretle geldin? Müdürün görürse fena kızar sana, deyiverdi. 
     -Anlamadım amca. Burası yasak mı, niye kızsın ki? deyince:
     -Ben de bilmem yeğenim. Stajcıların bizimle konuşmasına çok kızar nedense? dedi. 
     Arkadaşlara anlattım duyduklarımı. Bir anlam veremedik.
     O arada, tulumbanın bozulduğunu haber verdi çocuklar. 
     Tulumba okulun bahçesindeydi. 
     5 metreden çeken içme suyu tulumbasıydı.
      Valfı kuyunun dibindeydi, basamaklarla inilebiliyordu.
     Bizim Yörükler, hep kendi işlerini kendileri görmek zorunda oldukları için, el becerileri epey gelişkindir. Benimki de öyleydi. Tulumbanın arızasına bakmak için kuyuya indim. Ters dönmüş 
valfı düzeltmeye çalışırken, Müdür Turgut Bey kuyunun başında bağırmaya başladı:
    -Sen oraya benden izinsiz nasıl inersin? Siz bana teslim edilmişsiniz diye, bar bar bağırıyor;
 öğrenciler de şaşkınlıkla izliyorlardı. 
     Ben de seslendim aşağıdan:
    -Sayın Müdürüm, ben 18 yaşımı geçtim. Babacığıma bile teslim değilim. 
     İyi ki onarımı da başarabilmiştim. Onun mu etkisi oldu ne, başkaca seslenmedi, gidip Müdür odasına oturdu.
     Akşam yemeğini bahçede hazırladık. 
     Ne kadar üstelesek de: 
     -Ben sizinle yemek yemem dedi, gelmedi. 
     Cephe açılmıştı artık. Geri adım atmak olmazdı.
     Kahveye giderek, halkla söyleşmeye karar verdik. 
     Beraber gitmek istediğimizi söyledim Müdür Beye. Kükredi birden bire:
     -Gidemezsiniz! İzin vermiyorum! diye bağırırken, biz kahveye varmıştık bile. 
     Ama üstümüze dağlar yıkılmıştı. Okul Müdürümüze, Meslek Dersi öğretmenimize ne diyecektik? Nasıl yüzlerine bakacaktık?
     Saat 24’ü geçerek geldik lojmana. Müdür Bey gezinip duruyordu bahçede. 
     Lojman iki oda idi. Birisinde Müdür Bey kalıyor, diğerinde bizim ranzalar vardı. Dış kapının da kolu çıkıyordu. 
     Meğerse, Heyecan kolu çıkarıp yanına almış. O yüzden Müdür Bey girememiş. 
     Biz iyi geceler diledik, o sessizce gidip yattı.
     Sabah kalktığımızda yoktu. Erzin’de nişanlısı olduğunu duymuştuk ya, belki oraya gitmişti, dedik.
     Pazar günümüz boş geçmesin deyip, pencere kapaklarını duvara dayadık, bir haylisini boyadık.
     Pazartesi sabahleyin de gelmemişti Müdür Bey. 
     Biz, gerekli törenleri yaptık, arkadaşlar derse başladılar. 
     Ben nöbetçi idim. Günlük yemek ve temizlik nöbetimiz olurdu. Temizliği bitirip, yemeği ocağa koyduktan sonra, pencere kapaklarını boyamaya devam ediyordum. 
     Okula yakın yolda bir otobüs durdu, eli çantalı, yaşlıca bir adam indi. Okula doğru gelirken, karşılarcasına ayağa kalktım:
     -Ben, İlköğretim Müfettişi Nedim dedi ve elini uzattı. Ellerimde epeyce boya bulaşığı olduğu için, çekinmiştim: 
     -Çekinme çekinme. O eller makbul bizim için dedi ve boyalı elimi sıktı. 
     Müdür odasının kapısı açıktı, baktı, 
     -Müdür Bey nerde?” dedi. 
     Sanki ezberlemişim gibi bir yalan dökülüverdi ağzımdan:
     -Efendim, Müdür Bey ansızın sancılandı. Bir araba ile Ceyhan’a gitti. Biz de merak ediyoruz, dedim.
     Dersaneye girdik. Heyecan ders işliyordu. Diğer 6 kişi ayakta dersi izliyorlardı. Çok güzel bir düzen vardı. 
     Ben, Müdür için söylediğim yalanı fısıldadım en uçtakine, ötekilere anında ulaştı.
     Müfettiş sevmişti bizi galiba. 
     -Teftiş verebilecek misiniz? dedi, gülümseyerek. 
     Teftiş vermenin ne olduğunu bilmezdim, ama:
     - Tabii efendim, deyiverdim birden.
      Müdür masasına geçip oturdu. İstediği defterleri, dosyaları aksatmadan getirip koydum önüne.  
Çünkü hepsi etiketliydi. 
     Müdüre verilmek üzere birkaç tane not yazdı ve teşekkür ede ede gitti.
     Akşamüstü geldi Müdürümüz. Müfettiş geldiğini bakkaldan öğrenmiş.
     Telaşlı bir tavır içinde: 
     -Müfettiş mi geldi? dedi, bana. Hiç duraksamadan:
     -Evet, Sayın Müdürüm. Sizin aniden sancılanıp Ceyhan’a gittiğinizi söyledik. Yalanımızı açığa çıkarıp çıkarmamak sizin bileceğiniz iş. Şu notu da size bıraktı.
     Geçip Müdür odasında bir süre sessizce oturdu. 
     Akşam yemeği sırasında biz çağırmaya niyetlenirken: 
    -Arkadaşlar, bana da yemeğiniz var mı?” sözüyle ağzımız açık kaldı. Sevinerek buyur ettik. Ilımlı bir hava başlamıştı, ama güven duyulabilir miydi? Temkinli yaklaşmakta hemen imleştik.
     Halkla buluşmalarımız da gelişti yavaş yavaş. 
     Oruç ayının gelişi yüzünden miydi, yoksa değişen başka bişey mi vardı, anlamakta zorlanıyorduk? 
     Staj süremiz de bitiyordu. Müdür Bey, yarı şaka- yarı ciddi:  
     -Sizi götürüp okulunuza teslim edeceğim, diyordu. Buna da bir anlam veremiyorduk.
     Stajımızın bittiği gün, minibüsçü bir arkadaşını getirdi Müdür Bey.  
     -Haydi buyrun, Düziçi İlköğretmen Okuluna baskın yapacağız.. Okulunuza teslim edeceğim dememiş miydim?” 
     Bir yığın da paketlenmiş eşya vardı. Neşe içinde gittik okulumuza. Bize armağan ettiği paketlerin içinde birkaç mesleki kitabının yanında, birer dolma kalemle, birinci yılda kullanacağımız not defterine kadar vardı. 
     Tek tek vedalaştı bizimle. Gözlerimiz buğulandı ayrılırken.
     Sonraki gün Okul Müdürümüz Ramazan Oral çağırmıştı, grupça gittik:
     -Yahu çocuklar, siz o adama ne yaptınız? Her hafta bir yazı ile sizin ödüllendirilmenizi istedi. 
      Bu cumartesi değerlendirme toplantısında yaptıklarınızı anlatacaksınız. Ona göre hazırlanın, dedi. 
     Cumartesi toplantısında grup sözcüsü olarak grup görüşünü ben sundum:
     -Kuşkusuz en iyi tahlili Meslek Dersleri öğretmenlerimiz yapacaktır. Çünkü dört grubun uygulama süreçlerini biliyorlar. Ancak biz deriz ki:
     Kaynağı her ne ise, adam güven bunalımı içindeydi. Herkesin kendisine karşı olduğunu sanıyordu.
     Okulda olmadığı bir sırada müfettiş gelişi; aramız açık olduğu halde, kendisini koruyuşumuz gibi rastlantılar, onu güven duymaya yöneltti. 
     Sorun çıkmaması bizim de işimize yarıyordu. 
     Böylece karşılıklı olarak duyguları besledik. 
     Meslek Dersi öğretmenlerimizden Ömer Uyar söz almıştı:
     -Aslında, arkadaşların koyduğu teşhisler yerli yerinde. Ancak çokça karşımıza çıkan Kişilik bozukluklarını biraz açalım, diyerek güzel bir anlatımda bulunmuştu.
     Öğretmenlik yıllarımda hep yararlandım o açıklamalardan.
     Sn. Osman Yıldız’ ın dışında, o arkadaşlarımın hepsi cennetteler şimdi. Bunları yazmam için sözcü bıraktılar beni.
     Işıklar yoldaşları olsun.

     Mehmet BABACAN

Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA