Türkiye 2021 yılına dört önemli kriz ile girdi. Bunlar, Yönetim krizi; Ekonomik kriz; Kutuplaşma krizi ve Krono krizidir.
1- Yönetim krizi:
Bu krizin bir iç bir de dış boyutu var. İçerde kati merkeziyetçi yönetim sistemi yürümüyor. Halk partili Cumhurbaşkanı sistemini benimsemedi. Çünkü dünyanın hiç bir yerinde Türkiye’deki gibi tek adam (başkanlık) sistemi yok. Bu noktada bir iktidar kayması yaşanıyor. Kavgacı Siyaset ise sorun çözmekten ziyade kendisi çözülmesi gereken bir sorun haline geldi.
Dış politikada ise hem ABD hem de AB ile derin sorunlar yaşanıyor.
ABD ile Suriye ve PYD krizi bir yandan öte yandan FETÖ krizi yaşanıyor, üçüncü olarak da S400 krizi hala çözülmüş değil. Yunanistan, Doğu Akdeniz, Libya meselesi, Türkiye’nin giderek yalnızlaşması diğer sorun alanları olmaya devam ediyor.
AB ile yaşanan sorun ise Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini (demokrasi, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü, azınlık hakları) yerine getirme konusunda ayak sürümesinden kaynaklanıyor. Elbette kimi konularda onların da önyargılı davranışları var, ama bunları besleyip büyüten Türkiye’nin tavrı ve tutumudur. Üstelik demokratik standartları sadece AB’ye dahil olmak için değil kendi vatandaşı için yükseltmek gerekir.
Bütün bunlar artık hem içerde denizin bittiğini hem de dışarda kredinin tükendiğini gösteriyor. Biden’nın seçilmesi, AB’nın sıkıştırması sonucu reform söylemi ile bir atak söz konusu. Elbette gerçek bir reforma ihtiyaç var. (Gelecek yazıda bu konuyu ele alacağım) Ancak bunun ne kadar inandırıcı ve etkili olacağını önümüzdeki günler gösterecek. Hem yerimiz AB deniyor hem de AB’nin en büyük yargı gücü olan AHİM kararları yerine getirilmiyor. Bu çelişkili durum günü kurtarabilir ama iktidarı Avrupada düştüğü zor durumdan kurtaramaz.
Özellikle iktidarı adeta rehin almış olan MHP’nin güvenlikçi ve anti demokratik uygulamalardaki (Ör. 6 milyon oy almış bir partiyi kapatın) ısrarı Türkiye’yi her alanda sıkıştırıyor.
Üstelik bir çok şey (yasaklar, baskılar, düşünce özgürlüğünün önündeki engeller) yargı mekanizmasi ile destekleniyor, hal böyle olunca yargıya duyulan güven azalıyor bu da ister istemez bir yargı krizine yol açıyor.
2-Ekonomik kriz:
Üretimden ziyade rant ekonomisine dayalı ekonomi politika işsizliği dayanılmaz boyutlara ulaştırdı. İşsizlik TUİK verilerinde bile %14 civarında. Bu rakam aynı zamanda yoksulluk ve açlık sınırında büyük kitlelerin varlığına delalet.
Öte tarafta gelir dağılımındaki makas gittikçe açılıyor. Bir yanda lüks içinde yaşayan küçük bir azınlık öbür tarafta akşam evine ekmek götüremiyen milyonların hali pür melali.
Esnaf zor durumda, kimi sektörler neredeyse çökmüş. Türkiye’nin dış borcu 500 milyar dolara dayanmış, bu borç Milli Gelirin kritik eşliğini çoktan geçmiş. (%60’larda). Bir iktldarım en büyük rakibi ekonomik döküntüdür, iktidar ekonomik sukuntıyı gideremezse kendisi gidecek.
4-Kutuplaşma krizi:
Türkiye sadece ekonomide kutuplara ayrılmış değil. En büyük kutuplaşma siyasette yaşanıyor ve bu vatandaşa da sirayet ediyor ve toplumsal barışı zedeliyor. İktidar bunu önleyeceğine seçmenini konsolide etmek için teşvik ediyor. Kendisini eleştirenleri ortağı ile birlikte anında yaftalıyor.
Bile bile bir gerilim politikası izleniyor. Deniliyor ki, her kes beni sevmesin, beni sevenler beni iktidar yapsın yeter. Hal böyle olunca iktidarda kalmak herşeyden önce geliyor. Amaca varmak için her aracı kullanmak mübah sayılıyor. İktidarı eleştirenlere terörist demek de dahil. İktidar ve ortağı sürekli terörist diyerek hem hedef gösteriyor hem de kendi seçmenini konsolide ediyor. Oysa bu politika tehlikeli. Gelecekte kapanması zor derin çalkantılara yol açabilir.
Farkedilemeyen bir nokta da şudur: iktidar aslında bazı şeylere kızmıyor, kızgın gözüküyor. Çünkü bu işine geliyor. Çoğu zaman muhalefet de bu tuzağa düşüyor. Kapanmış kimi konuları adeta altın tepside ona sunuyor. İktidar bunları (yaşanan gerçek sorunların üstünü örtmek için) gündemleştiriyor, muhalefet de bu gündemin peşinden koşuyor. Oysa muhalefet halkın gerçek gündeminden kopmadan politika üretmeli ve bunları cesaretle gündeme taşıyarak halka umut ve güven vermeli.
4-Krona krizi:
Maalesef 2020 kronanın toplumda yarattığı ekonomik çöküntü, sosyal çözülme ve psikolojik travmalarla geçti. 25 bin civarında insan kaybımız ve 2,5 milyon civarında vakamız var. Sağlık sektörü büyük kayıpların yanısıra sıkıntılı bir süreç yaşadı. Kimi sektörler durma noktasına geldi. Esnaf ve dar gelirli kitleler büyük darboğaz içinde. Bu noktada devreye girmesi gereken sosyal devlet çok zayıf kaldı. Kimi palyatif tedbirler ise sonuç vermedi. Şimdi bütün dünyanın umudu aşının bu belayı defetmesi. Eğer bu sene bu başarılırsa ( ki umarım başarılacak) o zaman da seçimi konuşur olacağız. Dolayısıyla Korona sürecinin sonu ile birlikte yeni bir seçim süreci tartışmaları denk gelecek gibi.
Burada muhalefete büyük görev düşüyor. Peki muhalefet yaşadığı krizi aşıp iktidarı değiştirebilecek mi? ( Başka bir yazının konusu)
Prof. Dr. Ahmet Özer