Güçlü kuvvetli, hükmü her tarafta sürüp giden, ölümü aklına bile getirmeyen bir paşa, paşanın da dört karısı varmış. Birincisine bütün arzularıyla ve şehvetiyle bağlıymış; ikincisine malını, mülkünü, servetini vermiş; üçüncüsünü ise içten bir muhabbetle seviyormuş, gelgelelim dördüncüsünü hiç önemsemez, yüzüne bile bakmazmış.
Gel zaman git zaman Azrail haber göndermiş: “Paşa, tedbirini al, canını almaya geliyorum” diye. O hiç ölmeyecek gibi düşünen, her emri yerine getirilen, kendini güçlü ve dünyanın en kudretli adamı sanan adam birdenbire korkmuş, paniklemiş. Çünkü zeminde yer tutanlar düşse de incinmez, ama yüksekte yer tutanlar düştüklerinde çok incinirler.
O şokla, her gece yanından çıkmadığı birinci hanımın yanına koşmuş: “Sen benimle geleceksin değil mi?” diye sormuş. Birinci karısı: “Valla Paşa kusura bakma gelemem”, demiş. “Yahu hani ölümde kalımda beraber olacaktık” diyordun, kadın “O lafın gelişiydi Paşa, şimdi iş ciddiye bindi, gelemem” deyince; Paşa, soluğu ikinci hanımın yanında almış, nasıl olsa ona bunca mal mülk verdim o gelir diyerek. Durumu izah etmiş, “Bilirsin ben yalnız kalamam, hele kabirde hiç. Bütün malımı mülkümü senin üstüne yaptım. Sen benimle geleceksin değil mi?” diye sorunca, ikinci karısı “Yalan yok” demiş “Gelirim gelmesine, mezarın başına kadar, ama seni gömdükten sonra başkasına giderim” demiş. Bunu duyan Paşa iyice yıkılmış. Ezi malxırabo.../evi yıkılasıca ben. Ben ne yaptım diye dövünerek çıkmış oradan, hemen üçüncü kadının yanına koşmuş.
O da “Gerçekten üzüldük ama ne gelir elden?” deyiverince iyice şoke olmuş bir halde ayrılıp gitmiş. Giderken hiç önemsemediği, o güne kadar ehemmiyet vermediği dördüncü karısının yanından geçiyormuş. Hiç yüzüne bile bakmadan geçip gidiyormuş ki dördüncü kadın arkadan seslenmiş ona, “Ne o Paşa, bugün çok melül ve mahzunsun?” Paşa ona cevap verme tenezzülünde bile bulunmamış, ama kadın arkasından seslenmeye devam etmiş, “Duydum başına geleni Paşa, ama merak etme, ben seninle geleceğim” deyivermiş. Bunu duyunca, Paşa bir kez daha sarsılmış. Allah Allah demiş, nasıl olur, ben sana hiç kıymet vermedim, rumet göstermedim, yüzüne bile bakmadım... Şimdi sen kalkıp, seninle ben geleceğim diyorsun, bu nasıl olur?
Bunun üzerine oracıkta ellerini semaya kaldırıp Allah’a yalvarmış, “Azrail'e söyle, bana biraz mühlet versin, şu yanlışımı düzelteyim, sonra canımı alsın”, diyerek. “Baksana çok önem verdiklerim, mal mülk verdiklerim ve sevdiklerim benimle gelmiyorlar ama hiç önemsemediğim benimle geliyor” Azrail'den jet yanıt gelmiş “Pazarlık yok Paşa, sen onu baştan düşünecektin” diye. Peki, nedir bu hikâyenin asıl esbabı mucibesi?
Birinci kadın, dünya zevklerini temsil ediyor bu meselde; arzu ve isteklerimizdir onlar. Yaşarken onlara ulaşmak için neler neler yaparız bir düşünün. İkinci kadın mal mülktür, mevki makamdır. Yaşarken bunlar için kardeş bile kardeşe düşüyor. Oysa biz ölünce mal mülk, mevki makam başkalarına gider. Hani demişti ya kadın “seni gömer başkasına giderim” diye. Üçüncüsü ise sevdiklerimizdir, eşimiz dostumuz, oğlumuz kızımız ve en yakınlarımızdır. Onlar gerçekten üzülürler ama ölüm karşısında ellerinden bir şey gelmez.
Dördüncü kadına gelince, işte o bizim kişiliğimiz, şahsiyetimizdir, diğer bir deyişle amelimizdir. Ne yapmışsak odur. Öldükten sonra bu dünyada da o konuşulur, öbür dünyaya inanıyorsanız, orda da hesaba çekilecek gene bu amel’dir. Ama yaşarken hep diğerlerine önem verir bunun yüzüne bile bakmayız. Hatta mal, mülk, para pul, mevki makam için kişilikten fedakârlık edip onu bozuk para gibi harcarız! Oysa bize asıl lazım olan adamın adamlığını belirleyen odur, yani şahsiyetimizdir, kişiliğimizdir. O yüzden olacak ki, Acemlerin bu konuda çok enteresan bir betimlemesi var, derler ki; “Adam vardır adamların nağşidir, adam vardır it ondan yağşidir.”
Demek aslolan adamlıktır, sadece yaşamak değil. Nasıl yaşadığın önemli. Değer yaratarak. Geçip giderken kuyruklu bir yıldız gibi arkada iz bırakıyor musun, işte asıl önemli olan odur. Anılmaya, hatırlanmaya değer bir iz...