Bayramı bekleyerek geçti çocukluğumuz. Yeni kıyafetler, üst baş o zaman alınırdı. Herkesin yeni bir çorabı, ya da yeni bir ayakkabısı. Yaza denk gelmişse naylon ayakkabı. Bayram akşamı baş ucumuza koyar yatardık. Bayram düşlerimizle uyurduk.
Pandeminin etkisinde dört duvara mahkum edilmiş gün bulup gün yiyenler için hayat durmuştu.
Bir de üstüne üstlük on bir ayın sultanı dayanmıştı kapıya.
Bir şey yapmalı.
En azından çocuklar için.
Böyle başlıyoruz öykümüz .
Ne yapabiliriz. Kimseler duymadan, duyurulmadan çocuklar için.
“Ben kendi olanaklarımla elli çocuğu giydirmek istiyorum. "
Kulağımda Mozart bestesi gibi yankılanırken, soprano sesisye "30 yakın çocuk için hazırlıklarım tamam . Bu sayıyı elliye tamamlamak istiyorum. Ne dersin ” diyordu.
" Bayram öncesi dezavantajı yüz ailenin çocuğuna ulaşılacak. İçim içime sığmıyor" sözleri kulaklarımda çınladı.
Nasıl mutlu olmuştum. Ben de kanatlanmıştım.
Çocuklara sahip olmak istedikleri markalardan blue jeans, tişört, gömlek, ayakkabı, çoraplar alınacak.
Çocukların seçiminde ince elenip sık dokundu.
Bu iyilik perisinin kimliği de sır gibi saklanacak sözü alındı.
“Amacına uygun olmalı. Çocuklar hatırlanmalı, ilham olmalıyız."sözleriyle insanları harekete geçirmeyi düşünüyordu.
"Biliyorum" diyordu:
-Mersin’de çocuklara yardım etmek isteyen yüzlerce hayırsever olduğunu.
Bayrama az kalmıştı.
Yüze yakın çocuk Milli Eğitim Müdürlüğü'nün aracılığıyla tespit edildi.
Fazla dillendirmeden dezavantajlı ailelerin çocukları arasından seçilmesine titizlikle dikkat edildi.
Öyle uygun görmüştü. Her çocuk için belli bir limitli olan plastik kartlara nakit yüklendi.
Seçilen dört beş bilinen markaların mağazalarında geçerliydi bu kartlar.
Hangi çocuğun hayali değidi ki.
Aileleriyle birlikte çocuklar o mağazalara gitti. Seviçlerini duyar gibi olduk.
Çocukken o bilinen mağazalardan alış veriş etmek benim de hayalimdi.
Kendi paramı kazanmaya başladığımda on üç on dört yaşlarındaydım. Dünya markası spor ayakkabımı aldığım günü hatırladım. Ucu ucuna yetmişti elimdeki para.
Birkaç çocuğa kendisi kendisi vermek istemişti.
Belli ki aklından geçirdiği çocuklar vardı.
Yerinden yurdundan edinmiş çöp toplayan Suriyeli çocuklar.
Çöp konteynerlerinden çöp toplayan çocukları görüyordu her sabah. Onları sevindirmek.
Kendi elleriyle verme arzusuyla yanıp tutuştu.
Yıllardır yüzlerce çocuğun yaşamına dokunmuştu.
Bu biraz faklı geliyordu, heyecanından kabına sığmıyordu.
Bastonunu aldı,indi evinden.
Çocuğu iş başında yakaladı.
Seslendi.
İçli şarkılar gibi sesini duyar gibiyim.
Çocuk, işini bir yana bırakmış,mahcup bir yüzle, gözünü kaçırarak anlamaya çalışıyordu.
“Giy bakalım. Bu ayakkabı sana uyar” bir ana şefkatıyla.
Çocuk bir ayaklarına bir de kutudaki ayakkabıya baktı.
,Kim bilir kaç gündür çorapla yürüyordu.
Yanında çöp toplayan adam “giy, giy” demese, yaşadığı düşten uyanamayacaktı.
Çorabını çıkardı.
Tam ayağına göreydi.
37 numara.
Ardından arkasında sakladığı çorapları uzattı. Ayakları kir içindeydi giymedi, cebine koydu.
Günün sürprizi sürüyordu.
Hayal ettiği bluejeans. Üstüne tuttular, tam ona göreydi.
Daha giymeden yakıştırmıştı bedenine. Bir eksik vardı diye düşündü sanki çocuk.
Bastonuna dayandı, Gözlüklerini düzelterek gülümsedi.
“Daha bitmedi” dedi.
Çok güzeldi bayramlık tişört.
Ellerini pantolonunun yanına sildi, gözlerini dikti. “Bunlar benim mi?”
Elini öpmek istedi. Ellerine baktı. Gülümsedi, gözleriyle öptü. Teşekkür etti.
Rüya gibiydi.
Ayrılık zamanı.
Sokaklar onları bekliyordu.
Salih Pala
MERSİN KENT HABER