Bu soru saçmadır.
Çünkü laiklik, din ile devlet işlerinin ayrılması argümanıyla izah edilemeyecek kadar kapsamlı bir sorunsaldır.
Bu nedenle laiklik tartışmıyoruz hiç; laiklik üzerinden kavga ediyoruz ancak!
Bu nedenle de birileri, uzak ülkelerden birinde idam edilen yoldaşı için bağırıyor: O bir âlimdi.
Zannedersiniz Aziz Sancar’dan, İbni Sina'dan söz ediyor.
Asılmamış olsaydı eminim iftar saatini, bir kızın kaç yaşında evlenilebileceğini, kocanın karısını nasıl dövebileceğini tartışıyor olacaktı; eğer laikliğin dinsizlik olduğunu tartışmıyorduysa. Zaten bize ulaştırdıkları tek cümlesi, ölümü ululayan bir söz…
21.yy’da bir insanın beyni, laikliği, din düşmanlığı mıdır, din özgürlüğü müdür noktasından bir adım öteye taşıyamamışsa ona Beethoven ile Müslüm Gürses arasındaki farkı değil, caz ile pop arasındaki farkı bile anlatamazsınız. Siz daha söze başlamadan “zevkler ve renkler tartışılmaz” der, çok doğru bir şey söylediği zannıyla kasım kasım kasılır; size söyleyecek söz bırakmadığı gururlanmalarına girer, kubarır. Bir an beyninizin kuruduğunu sanırsınız; çünkü ona renklerin de zevklerin de tartışılabileceğini; renklerin tasnif edilebileceğini, gelişmiş ve gelişmemiş zevkler olduğunu anlatamazsınız.
Bu gerçeği özümseyebilmiş olan Cumhuriyetimizin kurucularının bilime ve bilim adamına bakışı, geleceğin ancak ve yalnızca bilimle yüceltilebileceği temelinde şekillenmişti.
Şimdilerde ise laikliği anlama yetkinliğine ermemiş yöneticilerin akla ve bilime bakışı, ancak İmam Hatip Liselerine iki - üç milyon öğrencisi yerleştirebildikleri ve nasıl imam olacağı bilinmeyen beş yüz bin kız öğrencinin başını örtüp yarın evine hapsedilecekleri sevinci aymazlığında şekillenebiliyor.
Bu bakış sizi, sanayimizin gelişmemesine, doğal enerji kaynaklarımızı kullanmak yerine doğamızı yok etmeye, bu günün yaşamsal gereksinimi iken geleceğin altın madeninden kıymetli olacak suyunu hor kullanmaya, su kaynaklarını kurutmaya, halkını besleyememek noktasına, gırtlağına kadar borçlandığı halde insanlarını tüketim propagandası ile koşullandırıp borç parayla yaşamaya, tarımsal yapısını, sanayiini, teknolojisini geliştirmeden kişi başına düşen milli gelirinin sadece 8.000 dolar olması gibi bir zavallılıkla övünmeye, bir körfez ülkesi şeyhi gibi konfor, gösteriş ve görgüsüzlük içinde yaşamaya götürür.
Üstelik TBMM Başkanı ne derse desin, bizim devlet anlayışımızda din değil, devlet daima öndedir. 21. yy’da hayatımızı neyle yönlendireceğimizi bilmiyor da hala bunu bile yanlış ölçütlerle tartışıyorsak, bugün görünen resmimiz daha çok değişecektir.
Batı bu resmi görmeye başladı; basınından izleyebildiğimiz kadarıyla Türkiye’nin itibarı yerlerde sürünüyor;
Aziz Sancar’a rağmen…
Ahmet Ümit Aloğlu