Laiklik bizde anlaşılamamış kavramlardandır.
Kimilerine göre, -Fransızların anladığına benzer bir yaklaşımla- devlet ile dinî otoritenin bir birinden ayrılmasıdır. Bu anlayışa göre din ile devletin ayrılması, dinin devletin hükümranlık alanına, devletin de dinin kapsam alanına müdahale etmemesi anlayışıdır.
Burada insanların eğitimi, siyasal yapılanışı, hukuksal konumu, ekonominin işleyişi nasıl olacaktır sorusu ortaya çıkmaktadır. Çünkü devlet, bu alanların tamamını kendi egemenlik alanına almayı istemektedir. Oysa din de siyasal rejimi, eğitimi, hukuku, miras ve ekonomik yapılanmayı kendi değerleri içinde biçimlendirmek istemektedir.
Hemen belirtelim ki bizde kiliseye benzer bir dinî otorite yoktur. Bu nedenle devletle dinî otoritenin ayrılması sorunu Batıdaki kilise ile devletin yetkilerinin ayrılması sorunundan, söylediğimiz bu eğitim, hukuk, siyaset ve ekonomik hususlara egemen olmak talepleri nedeniyle daha karmaşık ve daha kapsamlı bir toplumsal sorundur.
Batılı bu sorunu, devletin yetkileri ile kilisenin yetkilerini ayırarak çözmüştür. başka bir cümleyle ifade edersek, hayatın hangi hususlarının ruhani otoriteye, hangi hususlarının siyasal otoriteye ait olduğunu, her birinin sınırlarını çizerek belirlemiştir.
Bizde ise din, siyasete, hukuka, eğitime, halkımızın geleneklerine karışmış durumdadır. O kadar ki çoğu Müslüman, (neredeyse hepimiz diyeceğim) eylemlerimizin hangilerinin hangi alana ait olduğunu bilmeyiz, hatta yaratılan algı nedeniyle bilemeyiz. Dolayısı ile eylemlerimizin, davranışlarımızın , değerlerimizin hemen tamamına, özellikle de geleneksel olan her eylemimize bir kutsallık atfederiz. Kutsallık kazanmış eylemimiz de eleştirelliğini kaybeder, tartışma alanının dışına çıkar. Bu da düşünme yeteneğimizi köreltir, Dünyayı ve bilimsel olanı anlama, ayırt eme yetimizi köreltir. (Acaba siyasi otoriteler bilhassa böyle olmamızı mı isterler?)
Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyet, laikliğin bu anlamını akla ve bilime önem vermeyi, Dünya sorunlarını bilimle çözme anlayışını Çağdaşlaşma ile geliştirebileceğini/ çözümleyebileceğini varsaymıştır. Ancak öyle görülüyor ki çağdaşlaşma da giderek dinin egemenliğine girmeye başlamış, Emevi, Arap- İslam anlayışı giderek başat uygarlık anlayışına dönüşmeye başlamıştır.
İşte bu noktada Türk aydını , salt aydını da değil, bütün Türkiye vatandaşları bir tercihle karşı karşıyadır:
Teokratik bir devlet yönetimimi mi, demokratik bir devlet yönetimim mi?
Unutmayalım ki "teokratik devlet" görüşü, ne İslam anlayışında ne de Osmanlı geleneğinde vardır. Teokrasi, çağdaşlaşmayı durdurmak için sonradan uydurulmuş bir ideolojidir.