Burada dil, Dil Kültürü, Dil ve Üslup, Dil ve Devlet, Dil ve Millet gibi başlıklarda bir çok yazı yazdım; ben söyledim, ben duydum.
Dün, ülkemde bir Siyasi partinin Genel Başkan Yardımcısına, iki gazetecisine saldırıldı.
Bir kişiye üç-beş kişi birden saldırdılar, insanlar darp edildi.
Bu, 1970’li, 1980’li yıllara doğru atılmış gerici bir adımdır.
TEHLİKELİDİR!
Bu, toplumumuzun büyü olaylara gebe olduğunu gösteren bir uyarıcıdır.
Bu, faşizmin şiddet aşamasına geçmek isteğiyle kullanılmış bir merdivendir.
Bu, silahlı külahlı şiddete evrimle işaretidir.
Ben, 60’lı, 70’li, 80’li yılları yaşadım.
Ey siyasiler,
Ey yetkililer,
Ey sorumluluk gerektiren koltuklarda oturanlar,
Amanı bilir misiniz? 2021’yi idrak eden Türkiye halkı, o karanlık günleri bir daha yaşayacak güce ve morale sahip değil.
***
Bizi bu uçurumun kenarına getiren nedenleri, hırs, çıkar, siyasi ikbal, ego, süper ego vs vs diye sayabiliriz; ancak bilmelisiniz ki asıl neden DİLdir. Sizin hırsınızla, çıkarlarınızla, ikbal arzularınızla, kin ve nefretinizle donattığınız dilden söz ediyorum.
Bu dili bırakmalısınız.
Bırakmazsanız ne olur?
1970’li, 1980’li yıllara döner ülke; sokaklar kan gölüne dönmüştü ya o günlere döner. Millet acılara boğulur. Fakat biz bu acılara dayanacak güçte değiliz.
Sakın kimse kavgadan, şiddetten çıkar sağlarım sanmasın, unutmayalım, “Keskin sirkenin zararı küpüne olur” demiş atalarımız.
***
Lütfen şu dilinize devlet adamlığı vasfı kazandırın: Ağırbaşlı, kibar ve ölçülü…
Lütfen komşu komşunun yüzüne bakabilsin tekrar, selamlaşabilelim, hal hatır edelim, unutmayalım ki “hal hatır sözleri” bakımından dünyanın en zengin diline sahibiz; bu millet bu dili kendi kültürü içinde var etmiş, bu dil de o kültürü yansıtır nitelikte gelişmiştir; yok etmeyin!
Bir Merd-i Kıpti Örneği
Ne demiş şair:
“Şecaat arz ederken merd-i kıptı sirkatin söyler.”
***
Abdülkadir Selvi, 13 gazetecinin köşe yazısına aynı başlığı koyduğu gün, bir toplantıda herkesin kendini savunduğunu görünce atmosfere uyarak söz alıyor ve diyor ki:
“ Yarın (bugün) yazmam gereken yazı mailime düştüğünde şöyle bir göz gezdirdim. Abdülkadir dedim, şu vicdan yerine yürek yaz... Neticede taş vicdan diye bi şey yok, o taş yürektir. Beyefendinin dalgınlığına geldi heralde dedim... Ve tereddüt etmeden başlığı değiştirdim. İnanır mısınız, bunu yaparken hiç başıma bir şey gelir mi, acaba yaptığım bu çıkıştan dolayı bana bir şey yaparlar mı diye de sormadım kendime. Neden? Çünkü bu ülkede basın özgürlüğü var. Onun güveniyle... Ama bakıyorsunuz kimse benim bu cesur duruşum hakkında tek satır laf etmemiş. Basınımız maşallah yine 2 ya da 3 maymunu oynuyor...”
Okudunuz, anladınız değil mi, Abdülkadir Bey ne kadar cesur, ne kadar yürekli gazeteci, “vicdan”ı kaldırmış, “yürek” yazmış. Bunu yaparken hiç korkmamış, çünkü beyefendinin başlığı belirlerken bu ayrıntıyı gözden kaçırdığına inanmış, yaptığı bu değişiklikten dolayı başına bir şey gelebileceğinden korkmamış.
Sayın Selvi’nin bu cesur davranışını, bu dik duruşunu ise maalesef kimse dikkate alp alkışlamamış.
Tarihe tanıklık etsin diye yazıyorum, siz de tanıksınız!