19. yy'ın ikinci yarısından itibaren Dünyamız, kapitalist ekonominin yükselişine paralel olarak Marks'ın eleştirilerine ve fakat sosyalist ekonominin de yayılmasına şahit oldu. Bu iki farklı sistem birbiriyle soğuk savaşı sürdürürken insanlık, ikisi arasında seçim yapmak yerine bir uzlaşı alanı aradı. Bu arayış onu, bireysel isteklerle toplumsal istekleri birleştirmeye itti. Varılan noktada insanoğlu, bireyin özerkliğini koruyarak toplumsal olanı benimseyen siyasal yapılanışlara yöneldi.. Ulaşabildiği durak, "Sosyal Demokrasi" oldu. Özetle söyleyecek olursak siyasal sistemin adı ne olursa olsun, insanoğlu bireyin özgürlüğünü, toplumsalın önemi içinde algılayarak sivil toplum kavramına varıp dayandı. Vardığımız bu noktada yurttaşlığın yeniden tanımlanması icabetti. Kolektif yaşamanın koşulları tartışma alanına girdi. Ulus devletin ve devletin sınırları içinde özerk bireyin, diğer insanlarla karşılıklı hakları ve yetkileri çiğnenmeden yaşamasının kurallarını belirleyen bir model oluştu. Bu modelin temeli "Demokratik Kitle Örgütleri" oldu. Sendikalar DKÖ'lerin en önemlileridir, diyebiliriz. Kapitalist sistem, sendikaların ve diğer bütün demokratik kitle örgütlerinin demokrasiyi olgunlaştırmakta olduğunu, olgunlaşan demokrasinin ise özgürlükler ve haklar bakımından kendisinin çıkarlarına ters gelişimler sağladığını görmekte gecikmedi. Hemen, bütün DKÖ'leri birer meta, satılabilen, alınabilen birer mal haline getirdi.
Türkiyemiz bu çerçevenin dışında kalamadı. 2019 yılı, Türkiyedeki sendikacılık, özellikle de Türk -İş ve Hak-İş sendikacılığı, sendikalar tarihine "utanç sendikacılığı" örneği olarak geçmeyi başardı: Milyonlar, ekranlarda, bu sendikacılarla işveren temsilcisinin -hükümet bütün toplantılarda işveren temsilciği görevi yaptı- nasıl içli dışlı olduklarını izledi, gördü. Örneğin milyonların yaşamını doğrudan ilgilendiren asgari ücret toplantısına girerken Türk -İş temsilcisi ne demişti: "Yaşam sınırının altında bir rakamı konuşmayız bile." Sendikalar uzlaşsın, hükümetin ve işverenin karşısına yek vücut olarak çıksın görüşleri karşısında ne dedi aynı sendikacı: " Hükümet aracılık etmezse biz kendi aramızda anlaşamayız." Ne gariptir, Türk -İş ve Hak - İş üyeleri, satıldıklarını açıkça gördükleri halde hala bu sendikaların üyeliğine devam ediyorlar. Kimse de bu sendikalara "Nasıl sendikacısınız siz, nereye gidiyorsunuz?" demiyor.
Hoş, 15 milyon çalışanı olan ülkemizde, üç federasyonun üye sayısı işçi sayısının onda biri kadar. Gerçek bu iken ben,hangi sendikacılıktan söz ediyorum acaba?
Ahmet Ümit Aloğlu