Bu kavramlar, içinde kendiliğinden değer yargıları taşıyan kavramlardır. Örneğin "modern" sözcüğü, sadece sözlükteki "çağdaş, çağa uygun, çağcıl" sözcüklerinin ifade ettiği anlamı taşımıyor; "uygar olmak", "özgür olmak", laik olmak" gibi kavramları da taşıyor.
Bir insandan söz ederken "modern bir insan" denmişse o kişinin, müzikten, spordan, güzel sanatlardan anladığını, kadın erkek eşitliğini içselleştirdiğini, çevreye, doğaya saygılı olduğunu, Dünyanın gelecek kuşaklara yaşanılabilir durumda bırakılması bilincini taşıdığını, hurafeye önem vermediğini, yobazlığın, bağnazlığın karşısında olduğunu anlarız. Belki bunlara teknolojik gelişmeden, bilimsel ilerlemelerden, yaşamın akılla düzenlenmesinden yana olmayı da eklemek gerekir...
Modernleşme, biraz daha farklı kavramları içerir. Örneğin "A" uygarlığına mensup bir kişinin "B" uygarlığa geçişini "modernleşme" kavramıyla anlatırız. İnsanlar konuşma dilinde "ileri uygarlık" - "geri uygarlık"; "gelişme- ilerleme" "geri kalmış, ilerlemiş" gibi sıfatlandırmalarla tanımlarlar uygarlığın halini; ancak sosyoloji, modernleşmeyi bu kavramlarla değil, hatta bu kavramlardan sıyırarak "kültür" kavramı içerisinde değerlendirir. Melinovski, modernleşmeyi "Bir toplumun mevcut düzenini, yani toplumsal, maddî ve manevî medeniyetini bir tipten başka bir tipe çevirme süreci" olarak tanımlar. (Fatih Aman, 2012)
Türkiye Batı uygarlığını 1699 Viyana bozgunundan sonra zorunlu olarak benimsemiştir. Bu göze aldığımız toplumsal değişim, bizden daha gelişmiş, daha ileri sayılan bir sosyal düzene geçiş anlamını taşıyordu. Katılmaya çalıştığımız bu yeni sosyal düzende kainata bakış biçimimiz, dünkünden farklı olacaktı. Temel hayat görüşümüz, bütün uygarlık unsurlarına şekil ve içerik olarak yeni anlamlar yüklememizi zorunlu kılıyordu. Başka bir söyleyişle, yeni aldığımız şekil, hayat görüşümüzün ve davranışlarımızın aldığı yeni şeklin ifadesi olarak "medenileşme" idi.
Biz, ulus olarak tarih boyunca, ileri uygarlıkları benimsemekte daima büyük esneklik, içten eğilim ve nihayet ciddi irade gösterdik. Ancak bir üyesi olduğumuz İslam dünyası, modernleşmek konusunda daima sorunlu oldu, yeni veya farklı kültürleri benimseyemedi; o kültürlere geçmek istemedi. Çünkü Müslüman Dünyası, kendi kültürünün/ uygarlığının kendileri için hatta kainat için yeterli olduğu kanısındadır. Bugün ülkemizde iktidarda olanlar, Türk olduklarından çok Müslüman kimliklerini öne çıkarmakta; bir zamanların Türkçülerinin (Y.Akçora, İ. Gaspıralı, Z. Velidi vs.) savundukları "Batının salt teknolojisini alalım" tezlerinde oyalanmakta, değil Atatürk'e, Ziya Gökalp'e bile gelememekte; hamaset, şeyh, tarikat, dergah, şeriat labirentinde körebe oynamaktadır.
Müslüman dünyası, bu modernleşememe sorununu çözemediği için modernleşmeyi başarmış ulusların sömürü çarkının içinde birbirlerini, karşılıklı "Allahuekber!" nidaları ile öldürmektedir. Şu günlerde birileri belki de Rusya'dan ABD'ye, Çin'den İsrail'e kadar o kültür çevresi, modernleşme kararlığı gösteren tek Müslüman ülke Türkiye'yi, modernleşemeyen Müslüman kimliğine iterek savaşların, birbirini öldürmelerin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır.
Bu çerçeveden bakılınca ne yapmamız gerektiği bütün çizgileriyle, çok net olarak görülmektedir.
Ahmet Ümit Aloğlu