Kürt sorunu, Doğu sorunu, Güney Doğu sorunu gibi değişik adlarla karşımıza çıkan sorun, uzun ince bir yolda yüz yıldan fazla bir tarihe sahiptir.
Sorunun kökeninde bir etnisitenin özgür olma, kendi kaderini tayin etme özlemi yatar.
Bu özlemi Osmanlı ve Türkiye asla ciddiye almamış; her kıpırdanışı bir şekilde ezmiştir.
Bir de işin fikri yanı vardır. Örneğin Evren Paşa, işi "kart kurt, Kürt" noktasına getirmiş,konunun özünü, insani boyutunu da yok etmeye çalışmıştır.
Şimdilerde ise birileri, hiçbir içtenliği ve hiçbir bilimsel değeri olmayan bir söylem kullanmaya başlandı: Araplar da Kürtler de bizim kardeşimizdir.
Hayır, Araplara da Kürtlere de böyle tepeden bakan, bağışlayıcı efendi pozlarında "kardeşim" demenin hiçbir çözümleyici değeri yoktur. Kürtler, Kürt entisitesinden insanlardır. O yörede Türk asıllı, Zaza asıllı, Arap asıllı insanlarımızdan kendini Kürt sayanlar vardır ve onlar da Kürt'tür. Bilmek zorunludur ki etnisite, "şu benim kardeşimdir" denilerek oluşan bir aidiyeti değil, ortak dille, kadim inançlarla, kabul edilen kozmogoni ve ortak yaşam ritüelleriyle kendisini organize edebilmiş insanının aidiyetini ifade eder.
Evet, herkes bilir ki Kürtler, ülkenin kurucu öğelerinden biridirler. Kurtuluş Savaşında bu topraklar için ölenler arasında Araplar da vardır; ancak Kürtler Arapları kardeş saymadığı gibi Araplar da Kürtleri kardeş saymazlar.
Ülkenin temel kurucu üyesi olan Türk'ler ise ayrı bir etnisitedir.
Bu üç farklı etnik ökenden insan topluluğunun bu topraklarda kader birlikleri vardır. Son aşamada bu üç ensite yanında bu topraklarda yaşayan ve sayısı kimilerine göre 34, kimilerine göre 55, halkımızın ifadesiyle 72.5 millet birlikte yaşama tezini savunmaktadır. Ancak bu karar, her birinin diğerini bir etnik unsur olarak kabul etmek önceliği gerçekleşmeden hayat bulamaz.
Mersin'de bu konuda alttan alta birileri konuyu kaşımakta, "kardeş" kavramına sığınarak birtakım hesaplar yapmaktadır. Örneğin bir Kent Konseyi'nin başkanlığı bağışlanmış, alanı tarım ekonomisi olan bir akademisyen, "Araplar da Kürtler de bizim kardeşimizdir" demekte, Mezitli'ye neredeyse yerleşmiş halde bulunan Suriyeli göçmenlerle ilişkilerimizi geliştirmek için Arapça öğrenilmesini savunmaktadır.
Bu akademisyen, bu topraklarda oluşan ulusun nasıl oluştuğunu bilmeden, ulus varlığının temeli olan dilin değerini hesap etmeden nereye varmak istemektedir, henüz anlaşılmış değildir. Suriyeli konuklar Türkçe öğrenmesinler, anlaşabilmek için biz Arapça öğrenelim zihniyetini, iktidarın okullarımıza Arapça dersleri koyma zihniyetinin tarımcı bir akademisyenin kafasında aldığı şekil diye mi; yoksa birilerinin hazırladığı anketleri kullanmak bilgileriyle mücehhez arkadaşın galiba ulus, uluslaşma, dil ve kültür konularında ciddi bir birikimi olmadığı ön kabulü ile mi; yoksa arkadaşın YÖK'e yaranmak kaygısı ile mi değerlendirilmeli, bilemeyeceğiz.
Öyle görülüyor ki üreticimizin bir çok alanda örgütlenmesi, örneğin çiçekçiliğin gelişmesi, şeftali, erik, armut, zeytin, incir,üzüm... ya da narenciyenin değerlendirilmesi için tesisler kurulması, üreticilerimizin ürünlerini markalaştırması gibi alanlar boş durduğundan böylelerini, alanlarının sınırlarına dönmeye, bilmedikleri konulara burunlarını sokmamaya davet etmek gerekmektedir?
Ahmet Ümit Aloğlu