Röportajlarında söylediği üzere politikaya girdiğinden itibaren gözü devletin başındaydı.
Lideri Erbakan’ı eleştire eleştire kurduğu partisi iktidara geldi; ancak politikada edindiği deneyler doğrudan oraya çıkmasına engeldi. Koşulları zihniyetine, yani “Referansım İslamdır” anlayışına uygun hale getirmeliydi.
On iki yıl adım adım o noktaya doğru yürüdü. Gücü eline aldı, tek adam oldu. Ancak bu yetmedi, atılması gereken iki adım daha vardı: Birincisi CB olmaktı.
Ancak CB olmak yetkilerini daraltıyordu.
Çözümü kişiliğinde bulacağını sandı: “Ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım.” Dedi; fakat Anayasa’da CB’nin görevleri sınırlanmıştı. CB’yi halka seçtirdi. Halk desteğinin ne anlama geldiğini biliyordu.
Alışılmadık CB’lik büyük eleştiriler aldı. Sarayına çekilmesini, Anayasa sınırlarında kalmasını istedi muhalefet. Hatta kendi partisinden bu koroya katılanlar oldu.
Tınmadı.
Çünkü atılması gereken ikinci adımı vardı: . Başkanlık adıyla Sultan olup hanedanlığını kurmak…
Bunun için Anayasa’nın devlete yeni bir kimlik kazandıracak biçimde değişmesi gerekiyordu. Talimatını verdi: Anayasa hazırlansın.
İşte bu süreçte, atadığı başbakan, ara sıra da olsa atanmışlığını unutur gibi, hatta demokratça tavırlar sergiler gibi yaptı; dini değerleri kendisinden bile çok kullanır oldu. Halktan da destek almaya başladı.
Cumhurbaşkanlığına karar verdiğinde korktuğunun başına gelmekte olduğu zehabına katıldı. Ya Başbakan kabuğunu kırar da CB’nin gücünü daraltırsa!
Politika yapmaya başladığı günden itibaren iki noktada duyarlı oldu: Sadık olanları ödüllendirmek, sadakatten ayrılanları cezalandırmak…
Davutoğlu bu kural gereği, güçleneceğinden ve kendisinin gücünü daraltacağından korkulduğu için gönderildi.
Bu darbeyle hanedanlığı kurma yolunda bir adım ileri çıkmış oldu. Sonraki adımlar şimdiden görülüyor.
Yaşasın başkan diyen kitleleri görüyorum alanlarda…
Daha sonrasında, rüyalarıma bakarsanız mahkemeler, yargılamalar var…
Ahmet Ümit Aloğlu