İnsanoğlu, bir gerçeklik olarak, genel yapısı ile akılcı olmaktan çok duygusal bir yaratıktır. Kullandığı dil de olaylara, kurumlara, tarihe bakışı da böyledir.
Tarih de bir yanıyla akılcı değildir; çünkü tarihin, bizatihi bir anlamı yoktur.
Doğanın da bir gerçekliği, bizatihi bir anlamı yoktur.
Doğa da tarih de bizim yerimize karar veremez. Hangi amaçları edineceğimizi, seçenekler arasından hangisini seçeceğimizi ne tarih ne de doğa belirler. Doğaya da tarihe de amaçlarımız doğrultusunda anlam veren, onları biçimlendiren biziz. Biz, duygusal yapımızdan biraz uzaklaşmayı dener, biraz akılcı olursak; dilimizi, duygularımızı dile getirme aracı olarak kullanmak yerine akılcı bir haberleşme aracı olarak kullanabilirsek dünyayı ve tarihi daha anlamlı kılabiliriz.
Bir doğa gerçekliği olarak insan bedenini ve onun yaşamanın anlamını bu akılcı dil ile yüceltebiliriz.
Bu çok gerçeklikten dolayı olayları, tarihi ve doğayı yorumlarken daha psikolojik bir alana, daha bireyci, daha bencil bir alana kayıyoruz.
Bugün ülkemizin içinde bulunduğu handikaba bu açıdan baktığımızda toplumsal bir gerçekliği değil; fakat insanoğlunun duygusal gerçekliğini daha belirgin bir şekilde görebiliyoruz.
Ahmet Ümit Aloğlu