Elitizmi "seçkincilik" sözcüğü ile ifade edebiliriz. Bu kavram, Platon'dan bugüne yaşamaktadır.Platon'a göre ideal devlet, bilge bir azınlığın yönettiği devlettir; filozoflar kral olmalıdır ya da kralların filozof olması gerekir; toplumlar anarşi, kaos ve bunalımlardan ancak bu durumda kurtulabilir. Bu anlayış Aristo tarafından sürdürülür, çağımızda ise Duverger gibi Bottomore gibi liberal kuramcılar tarafından sınıflı toplum tezlerine karşı sistemleştirilir. Gaetano Mosca tarafından da can alıcı noktası belirgin hale getirilir:Seçkinlerle halk ayrıştırılır: Seçkinleri “yönetici sınıf” ya da “siyaset sınıfı”, halkı ise "yönetilen tabaka" diye tarif edilir.Bu, toplumu iki ayrı kutuptan oluşan bir bütün olarak tanımlamaktır. Gaetano Masco, bu teziyle güya Marksizmin sınıflı toplum tespitine karşı çıkmış olmaktadır.
Ülkemizde de kendini "sol" sayanlar, liberalizmin ve bu tür kuramcılarının yarattığı etki ile giderek halktan uzaklaşan bir tutum içine girmektedirler. Anımsıyorum, 60'lı yıllarda esnaf, küçük burjuva diye ötelense de işçi ve köylü abartılı bir sevgi ve hayranlıkla anılır, yüceltilirdi. Ne olduysa liberal sol diyebileceğimiz bir gurup, salt Masco'nun değil, Osmanlı'nın halkı "avam" ve "havas" tarifine benzer bir ayrıştırmasından da esinlenerek toplumsal sınıfları yok sayarak halkı köylü ve şehirli ayrımına soktular ve köylüyü hizmetçi, tembel, cahil hatta ülkenin geri kalmışlığının nedeni gibi görmeye ve tarif etmeye başladılar. En ironik ifadesini "Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor." sözlerinde bulan bu anlayışın mensupları, siyaseten de "gerici köylüler sağcıları seçiyor" gibi sosyolojik, ekonomik ve siyasi bir dayanağı olmayan tutarsızlığın içine girdi. Emperyalizmin bilerek yarattığı bu ortamın kahramanları ne ilginçtir ki Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nıun, " Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?.. " satırlarını okuyarak büyüdüler. Bu satırları anlayamamış olmalılar ki hiç bir soruya elitist bir söylem ve eda ile halkı küçümsemenin ötesinde cevap veremez, kendi eksiklerini, tembelliklerini, korkaklıklarını ve kaypaklıklarını gizlemek için halkı küçümsemekten öteye gidemez hale geldiler.
Bazılarına, yeri geldikçe soruyorum: Ne yapacağız?
Düşünme yeteneklerini de geliştirmediklerinden, teslimiyetçi ve ezik bir eda ile, "Ne gelir ki elimizden" diyorlar...
Ahmet Ümit Aloğlu