Sevgili Ünlemcim,
Ruhumun Sığınağı,
Bu mektubumda seni yoracağımdan korkuyorum. Önemli bir ustadan söz edeceğim. Biraz uzun olabilir. Sen, lütfen, daha kısa yazılamazdı zaten diye oku.
Cancağızım, neden bilmiyorum, 350 kadar şiirli mektup yazmışım sana, akla gelebilecek hemen her şairden söz etmişim, yabancılardan bile söz etmişim; ama Rıfat Ilgaz ustadan söz etmemişim. Acaba mizahçılığını çok önemsediğim için mi? Yoksa onda, bu mektupların şu özlem, kavuşamama, hasret, kıskanma temalı şiirlere ağırlık veren karamsarlığını onun aydınlık, ışıklı şiirlerinde bulamam kaygısından mı? Belki de her sırası geldiğinde daha geniş bir zamanda, ününe önemine uygun bir özenle anlatmak düşüncesiyle- buna tembelliği mi desek- ertelendi durdu. İyi de daha ne kadar bekleyeceksin; bu dilin en usta kullanıcısının şiirlerini okumayı…
Rıfat Ilgaz’ı sana anlatmaya kalkışmak, kendi başına bir had bilmezliktır, biliyorum. Eminim onu benden iyi biliyorsundur. Geçenlerde Serhan Asker, Görkemli hatıralar adlı programda ne güzel anlattı onu. Kaydı olsa da buraya aktarsam, beraber izlesek bir daha…
Anımsıyorum o programda yeterince üzerinde durulmayan bir konu var: Marko Paşa adlı yayın. Mizah edebiyatımızda çok önemli yeri vardır.
Dergiyi Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Mim Uykusuz çıkarıyordu, Rıfat Ilgaz da katıldı kadroya; ama dergi ikide bir de kapatılıyordu. Onlar da ilginç adlarla yeniden yayımlıyorlardı Marko Paşayı: Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa…
İlk mahkumiyeti de bu dergide yayınlanan bir yazısında İran şahına hakaret ettin diye geldi. O yıl iktidar el değiştirdiğinde (1950) çıkan af yasasıyla çıktı. Ama öğretmenliğe dönemedi. Artık iyice azgınlaşmış olan veremi dolayısı ile prevantoryuma yattı.
Bundan sonraki hayatı cezaevi, matbaa ve prevantoryum üçgeninde geçecektir.
O dönemde “Fedailer Mangası” diye tanınan bir gurup (Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Ömer Faruk Toprak, Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz) ülkenin fikir ve sanat dünyasına yön veriyordu.
Durmadan yazıyor, anlatıyor, mahkeme koridorlarında koşturuyorlardı. Diyebilirim ki kendi imzasıyla yazdıklarından çoktur, takma adla yazdıkları.
Ününü, Hababam Sınıfı romanı ve onun tiyatroya, sinemaya uyarlanmış biçimlerinin sahneye ve perdeye uyarlanmasıyla edindi.
Eserlerinin hepsini sayabilecek kimse var mı bilmiyorum; rakamlar anlatımı kısaltır:
Çocuk Edebiyatı alanında 10,
Öykü dalında 20
Anı dalında 6
Roman dalında 13
Şiir dalında 14 eser verdi.
Değerli Ümlemcim, konumuz büyük bir insan olunca diler dilemez uzuyor yazı; kusura bakma. Dört kısa şiirini sunacağım şimdi sana büyük ustanın. Keyifle, sağlıkla okumanı dilerim:
SEN GİDİNCE
Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için,
Saçlarını, gözlerini, ellerini
Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya,
Her seferinde bir şey unutuyorsun, sıcak,
Termometrede yükselen çizgi çizgi.
Kim bilir nerelerde soğuyorsun...
Senin gözbebeklerin var ya, kadın kadın gülen
İnsan insan bakan gözbebeklerin,
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta,
Beni yıksa yıksa gözbebeklerin yerle bir eder.
Ne gelirse onlardan gelir bana,
Çalışma gücü, yaşama direnci...
Mutluluk gibi kazanılması zor,
Mutluluk gibi yitirilmesi kolay.
Bir açarsın ki mutluyum,
Bir kaparsın her şey elimden gitmiş.
GİDİŞİNİ ANLATIYORUM
sen gidiyorsun ya işine yetişmek için
saçlarını, gözlerini, ellerini
neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya
her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak
termometrede yükselen çizgi
kimbilir nerelerde soğuyorsun
senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen
insan insan bakan gözbebeklerin
beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta
beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder
ne gelirse onlardan gelir bana
çalışma gücü yaşama direnci
mutluluk gibi kazanılması zor
mutluluk gibi yitirilmesi kolay
bir açarsın ki mutluyum
bir kaparsın ki herşey elimden gitmiş
LEYLAKLAR
Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda
Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak
Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun
İSTEKLERİMİ ANLATIYORUM
Hastanenin saçağına kuşlar konuyor
Güvercinler, gözleri umut yeşili
Gidemem ciğerlerim yetmiyor solumaya
Bu ayaklar benim değil ne zamandır
Kolum kanadım sensin anlamıyorsun
Özgürlüğüm, aydınlığım, inancım
Hepsi senden mutluluğum gibi anlasana
Yolumuzu düşman bakışlar çevirmiş
Dişli geceler inmiş çevremize
Gözlerindeki parıltı ışıtsın yolumu
Hızımızı yitirmeden öfkemizi tüketmeden
İnsanca bir şeyler katalım sevgimize
Gecelerden birlikte çıkalım ister misin
Işığı birlikte aramamız güzel olacak
Yataklarda sıramı beklemekten usandım
Al götür bırakma beni ölümle yüz yüze
Seni görmeliyim yanımda savaşırsak
Eksiksem bir şeyler kat sevginden
Yüreğindeki sıcaklıkla bütünle beni
Yorgunsam gücünden ekle dirileyim
Bitkinsem sağlığından ver cömertçe
Aşıla yaşama tutkundan
Büyük ülküler için elimden tut
Al götür beni gerçeklerin çağrısına
****
Umarım seni çok yormamışımdır.
Hoşça kal.
Şiirde kal,
Şiir kal.
Sevgimde kal
Esen kal.
Yarıncın.
Ahmet Ümit Aloğlu
Mezitli, 28 Mart 22021,