Sevgili Ü…
İlkbaharım,
İlk Aydınlığım,
İlk ve Son Sevdam,
Sana bu gün İkinci yeninin son kuşak şairlerinin –bence- en başarılısından söz edeceğim. Edip Cansever ve İlhan Berkle bir sağlam zemine oturan, Cemal Süreya ile lirizminin doruklarına ulaşan İkinci Yeni, bir süre savruldu. İkinci yeninin edebî bir protesto olduğunu, insanın varoluşuna eğilen yanıyla egzistansiyalist bir derinliği olduğunu anlamayanlar onun imgesel dilini öne çıkarmayı, apokalipsi yeğlemeyi ise onu bir boyutu hatta ilerisi, daha gelişmiş bir boyutu olduğunu sandılar, savundular. Fütürist yaklaşımları da kendilerini kurtaramadı. Metin Eloğlu ile son bulan bu kuşaktan sonra şairlerimiz birinci yeni, mavi ve ikinci yeni arasında dönenip durarak doğru yolu aradılar. Bu arada Nazım Hikmet rüzgarı gençliği esir aldı. Bir süre sonra postmodernizmin de etkileriyle şiir geleneğini inkar eden bir şairler kuşağı (!) doğdu. İşte bu karmaşayı, karmaşaya düşmeden çıkan şairlerden biridir Ahmet Özer.
19 Ocak 1946’da Maçka’da doğmuş. Trabzon Lisesi, Fatih Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü (1967), Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş. Çeşitli öğretim kurumlarında 29 yıl Türk Dili Öğretmenliği yapmış. Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevliliğinden emekli olmuş.
Yıllardır, Kıyı ve Bilkent 4 Mevsim dergilerinin sanat yönetmenliğini sürdürüyor.
Şiirleri ve yazıları ülkemizdeki bütün yayın organlarında yer almış.
Benim kıskandığım insanlardandır. Üniversite okumamak ve akademisyen olamamak benim senden sonraki yürek yaramdır.
Seyahatnameden öyküye, denemden eleştiriye her alanda yazdığı yazıların ve şiirlerinin çoğu kitaplaştırıldı. Bende bazıları var. Senin okumanı istemem; ülkemizde iktidarın aydınlığı boğmak isteyen gericiliğine rağmen o kadar çok kitap yayınlanıyor ki ister istemez daha seçici olmak durumunda olduğumuzu düşünüyorum;
Bu da çok uzadı. Şiirlerine geçelim:
BAKIŞI AŞKTI
ne çok güzeldin
yüzünden gün boyu ırmaklar dökülürdü
haberin tam saatinde / akşamın indiği vakitte
düşlerimiz havalanırken rüzgarın uğultusunda
Işıltılı ipeğin telleri dokunurdu sesinde
dilinden Türkçenin en güzel iklimi yansırdı
sözcükler soluk alırdı aynanın derinliğinde
binlerce görüntünün önünde
bakışın çınlardı seven bir yüreğin ömrüne.
çok güzeldin
bir masal aşkını nasıl büyütürdün bilemem
bildiğim / güzel bir sesin akşamüstü
yağmur yağarken / okuduğum kitap anıların ellerinde
kapım açık / kuşların göç vaktinde
dilini günlerime serip bir orman yaratarak
sevgiden sözler bırakmaktı toprağa
‘seviyorum seni’ nakışıyla örülmüş
ne güzeldin
bir yaşamın ortasındayken günlerimiz
isterdim sözlerin saman yoluna karışırken
bir denizin eteklerinden yıldızlara savrulmayı
uçuversen bir kapalı kutudan / uzandığım uçuruma
sözcüklere süt veren şiire dönüşürdün
koysam şarkıların en yalnız akşamına adım
dilime tuttuğum ışıkta bir gökyüzü olurdun
karın güzel yağışını anlatırken dünya
dizelerim kanardı birdenbire
tarihin mermerinin en ince damarında.
BİR BAKIŞTA
ürktü içimdeki kuşlar
bir katar kanat sesi yıkadı
haziran göğünü
yüzün bir buluta giriyordu o an
boynunu vermiştin bir çağlayana
bir tutam kırmızı saç uçuşuyordu
karanlığın parmaklarından.
gövdemiz
bir alevin rüzgârında dört nala
sesimizi gezdiren meydanlar
bir güzelliğe açıyor yelkenlerini; heyamola.
Şimdi bize biçilmiş ömürleri yaşıyoruz
en güzel günlerimizi bırakarak ardımızda.
BÜTÜN ZAMANLARI KUŞANARAK
Durmadan yalanlar ekleniyor TARİHE
Yaşamın gerçeği tepetaklak
içimizin körpe çiçeklerini yoluyorlar
biçiliyor gencecik düşleri çocukların
Nice insan uçurumuna akıyor sesinin
bir yabancı gibi sığmıyor gençliğine
ölümü yastık yapıyor kuşatma altında
teninde gecenin yaralı zamanı
bütün anıları yağmalanmış
bir yeryüzü hartasına bakıyor
kan fışkıtıyor bütün siperlerden
elini koyduğu dünya daha da soğuk
sevginin coğrafyası sis içinde
göz görmüyor kulaklar sağır
yürek yedi dağın eteğinde
nefretin bayrağı inmiyor gönderden
kendi içine yolculuğa çıkıyor
bütün zamanları kuşanarak
yurdunu yitiren bir şair oluyor
şiirden şarkıya atılan voltada
solgun fotoğraflar seriyorlar önümüze
bütün suçları giyinen çocukların
ışık hızında geçiyor gergin günler
ağır yaralı geçmişe el basıyoruz
far ışığında yıkanan yüzümüzle
biziz en önde sözü dünyaya ekilen
uzun yolculuktur toprağı başağa dönüştüren
çarparak sevda iklimine yol aldığımız
dört bir aşkın güzelliğidir mevsimlerle yarışan
en derinine gömülen insanlığın
Canlar canı, bu mektup da bu kadar olsun.
Hoşça kal,
Sevgimde kal,
Esen kal,
Şiirde kal,
Şiir kal,
A.Ümit Aloğlu, 12. 09. 2023, Kuzucubele