Keşke düşüncelerimi insanlara bir çırpıda anlatabilsem.
Keşke insanlar beyinlerindeki ön kabullerle, düşünmekten korkarak kendilerini farklı fikirlere kapatmasalar.
Bu keşkelerin karanlığı nedeniyle ülkemdeki siyasal durumu anlamakta zorlanıyorum.
Örneğin üniversitelerimizde akademik çalışmalar yürütüp kurumsal sorumlulukla duyarlı davranışlar sergileyen, sendikal etkinliklerde bulunan, barış için bildiri hazırlayan ve imzalayan insanlar, bir takım suçlamalarla tutuklanıyor, kimi Batılı kaynakların dediğine göre aralarında işkence görenler var.
Hepsi üniversitelerinden; bilim ürettikleri, bilim öğrettikleri ve ekmek kapıları olan kurumlarından atıldı.
Hepsi yargılanıyor ve neredeyse hepsi "terör"le ilişkilendirilerek cezaevlerine atılıyor.
Bunların değerler çarpışmasından meydana geldiğini düşünmek mümkün; ama asıl nedenin tek adamlık siyasetinin, otoriterliğin sonuçları olduğunu söylemek mümkün.
Ancak asıl tehlikeli olan bunlar değil!
Asıl tehlikeli olan, otoriteryen dil ve bu olup bitenlerin siyasi mahiyetini inkar etmektir.
Gündelik siyasette süratle değişkenlik gösteren dil, "dinî ve millî" değerleri birleştirip her türlü adaletsizliğin üzerini örtüyor.
Bu şiddeti besliyor.
Olup bitenlerin siyasi mahiyetini inkar ile bunları spesifik hikayeler gibi göstermek insanlarda "Böyle şeyler benim başıma gelmez" sinikliğini yaratıyor. İnsanların kötülüklerle mücadele cesaretini kırıyor.
Bu yaklaşım, şiddete zemin hazırlıyor, despotizme yaşama alanı açıyor. Toplumun bütün çivileri ya paslanıyor ya yerinden oynuyor; o kadar ki işte yaşadık, şiddet akademiye bile sıçradı.
Siyasilerimiz, benden sonra tufan anlayışını terk etmezlerse bu değerleri yerinden oynamışlık kendilerini de vuracaktır. Belki de hiçbirinin sokaklarda bir vatandaş gibi gezememesinin nedeni, yarattıkları bu şiddet ortamından korkudur..