İzlediniz, gazeteci, yüzünde maskesiyle işinden gelen genç kadına soruyor:
- Ekonominin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadın, "bir dokun , bin ah işit kaseyi fağfurdan" dendiği üzere yokluktan yakınıyor, adeta inliyor. Sonunda, - Küçük çocuğum var, ona paketle çocuk bezi alamıyorum, bizim bakkal, sağ olsun, paketi açtı, benim gibi olanlara birer tane birer tane satıyor, diyor, gözleri doluyor.
Gazeteci kadını bırakmıyor, bir soru daha soruyor:
- Şimdi seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?
- AKP'ye diyor kadın, başka kim yönetebilir Türkiye'yi diyor, tabii ki AKP'ye!
Çocuğu için bir paket çocuk bezi alamayan bu kadın, neden başka bir partiye oy verilebileceğini, kendisinin bu yoksulluktan kurtulabileceğini/ kurtarılabileceğini düşünmüyor, düşünemiyor? Bu olgu din ile, biat ile açıklanabilir mi?
Bu soruların cevabını, halkımızı küçümseyen elitistlere itibar etmeden, 19.yy'da, Avrupa üniversitelerinden, şaka değil, 700 sene sonra açılan Darülfünunun hemen iki sene sonra kapatılıp ancak elli sene sonra açılmasının nedenleri ile,
Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" ilkesinin, başlangıçta bütün Cumhuriyet karolarının içtenlikli çabalarına rağmen, ülkede oluşması gereken kültürel ortamın oluşturulamamasına ve bu hayat anlayışının toplumun bütün katmanlarına mal edilememiş olmasına bağlıyorum.
Bu "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" ilkesinin topluma mal olmamasının, toplumca benimsenmemesinin, insanımızın dünyaya bakışında ve hayatı anlamlandırmasında yeterince başarıya ulaşılamamasının bir nedeni de 1940- 1950'li yılların karanlığı, ondan sonraki yıllarda da art arda gelen askeri darbelerin yetişmekte olan ve ülkeyi kalkındıracak, yönetecek ve ülkeye yön verecek olan beyinlerin biçilmesidir, diyorum.
Siz ne diyorsunuz?