Mektup büyülü bir iletişim aracıydı. Bir edebi- resmi yazın türüydü. Kendisinin de türleri vardı: özel, resmi, iş mektubu gibi...
Bir de "Edebi Mektup" denen bir tür vardı. Özellikle ünlü yazarların birbirlerine yazdıkları mektuplar örnek gösterilirdi bu türe. Bir zamanlar Atatürk'ün kurup yaşaması için İş Bankasındaki hisselerinin gelirinin büyük bir kısmını bağışladığı Türk Dil Kurumu, hazırladığı edebi türlerle ilgili özel sayılar arasında "Mektup Özel Sayısı" yayımlamıştı; büyük boy, kalın bir eserdi. (450-500 sayfa civarındaydı)
Sonra mektup tarzında yazılmış romanlara rastladık, Batıda ve bizde...
Batıda mektup tarzında yazılmış ilk roman sanırım Goethe'nin Genç Werter'in Acıları'dır. (1774) Onu Choderlos De Laclos'un Tehlikeli Alakalar'ı izler (1782). Balzac, Vadideki Zambak'ı (1836)da tamamlayacaktır. Bu yıllarda başka roman yazılmamış mıdır mektup tarzında? Yazılmış olmalı; ancak üne kavuşanlar bunlar...
Bizim Batı tarzı edebiyatımız Tanzimat'la başlar. Ancak Tanzimatçılarımız çok mektup yazmış olsalar da bu tarzda roman yazanı yoktur. Zaten bizde ilk roman Tanzimat döneminde yazılmış olsa da (Şemsettin Sami, Taaşşuk-ı Talat u Fıtrat) roman türü, kişiliğini Servet-i Fünun Edebiyatında bulur: Mehmet Fuat ve Halit Ziya ile...Bu dönemden sonra biz, ilk Mektup tarzında yazılmış romanı Hüseyin Rahmi'de görüyoruz: Mutallaka. H. Rahmi, bir de Sevda Peşinde'sini bu tarzda yazmıştır. Onun arkasından Halide Edip'in Handan'ı, Reşat Nuri'nin Bir kadın Düşmanı'nı gelecektir.
Ziya Aykın'ın Postacının Son Mektubu, adına rağmen mektup tarzında yazılmış bir roman değildir; ancak içeriği ve dilinin içtenliği bakımından tam bir mektuptur. Onda, edebi türlerin okuyucuya tepeden bakan havasını değil, askerden annesine, kardeşine yazan Mehmetçiğin samimi dilini buluyoruz.
Mektuplar, bütün içtenliği ile yazanından ayrı erlerde yaşayanlara muhit havadisi veren türdür. Postacının Son Mektubu'nda Ziya Aykın, bir PTT görevlisi olan babasının şahsında ilginç, içten, abartısız fakat gelecek özlemiyle dolu zihni ve kişiliği aydın, yeniliğe, iyiye, doğruya, güzele açık bir Cumhuriyet insanının oldukça panaromik bir gelişim, değişim fotoğrafını çizer. Eserin akıcı dili içinde biz Postacı Ziya'nın ( Ziya Aykın babasıyla aynı adı taşımaktadır) yaşam öyküsü ile oldukça ilkel koşullarda, olanaksızlıklar içinde dişle, tırnakla kurulan Cumhuriyetin ve yurdum insanının zihinsel, kültürel, ekonomik yaşamını izleriz. Bu insan teknolojik gelişimi, bire bir hayretle yaşar ve yaşadıklarını eksiksiz ama bizi, o yaşamı ve gelişimi içselleştirmeye özendirerek anlatır.
Eseri okuyanlar, kronolojiyi kaybetmeden Türkiye'nin panoramasını gözlemlerler. Postacı Ziya Beyin diliyle anlatayım:
" Biz bu sininin etrafına bağdaş kurup oturur, sofra bezini de bacaklarımızın üstüne alırdık. Yemek büyük sahana konur, herkes oradan kaşıklardı. Evlenmeden önce, anamızın evindeyken kaşığı sadece çorba içerken kullanırdık. Tabii ki o kaşıklar tahtadan olurdu. Yemeği ise yufka ekmekle yerdik. Bir kaç kat yufka ekmeği büker, koni gibi yapar, yemeğin içine daldırırdık. Bazen düşünüyorum da bakır, emaye, çinko, alüminyum, çelik, cam, porselen, melamin, plastik, kağıt, köpük ne çok çeşit yemek kabı görmüştüm. Ne kadar çok değişiklik yaşadığımı, ne kadar çok değişikliğe tanık olduğumu sayınca ben de şaşırıyorum."
Bu tabloyu ticaretten kültürel hayata, rejim sevdasından aile, evlat sevgisine; eğitimden sanayiye, bilimden teknolojik gelişime kadar bütün boyutları ile izleyebiliyoruz Postacının Son Mektubu'nda. İddiasız ama içtenlikli bir Cumhuriyet bireyinin sayıklamalarından...
Okumadan olmaz.
Elinize alırsanız, eminim bir çırpıda okuyacaksınız.
Kolay gelsin.
Ahmet Ümit Aloğlu
ahmetumitaloglu@gmail.com.
Mezitli