İktidarların yaşam kaynağı, insanların bütün ilişkilerinin ön kabullere uygunluğunun ölçütü olan meşruiyeti sözlükler, yasalara , töreye,, geleneğe, kültürel birikime, genel kabullere uygunluk; yasallık, geçerlilik diye tanımlıyorlar; ancak felsefe ve siyaset felsefesinde, Arapça “şr”kökünden gelen bu sözcük, genellikle Fransızca “légimation” karşılığı olarak kullanılmakta, örneğin Amin Maalouf tarafından “Halkların ve bireylerin, insanlar tarafından var edilen ve ortak değerlerin taşıyıcısı olarak görülen bir kurumu yetkesini, aşırı zorlamaksızın kabul etmesini sağlayan ŞEY’in maşruiyettir şeklinde tanımlanmaktadır.1 Bu tanımı biraz açmak istersek “insanlar tarafından yaratılan”, “ortak değerler ve bunların taşınırlığı”, “aşırı zorlama” gibi kavramlar üzerinde durmak gerekecek; dahası meşruiyetin, aile içi ilişkilerde, örneğin kızıyla annesi arasındaki ilişkilere; yurttaşlarla devlet arasındaki ilişkilere; hatta inanç sahipleriyle inancın temsilcileri arasındaki ilişkilere kadar bütün yaşamın yasallığına, törelere, geleneklere, toplumun kültürel birikimine uygunluğuna kadar uzandığını görürüz.
Bu kapsamlı ve karmaşık süreçlerde meşruiyetin dumura uğradığı, cari meşruiyetin zayıfladığı; hatta kaybolduğu, yerini başka bir meşruiyetin aldığı gözlemlenir. Bu birbiri ardına devam eden durum, süreklilik izlenimi verse de bu durum, yaşamın sürekliliğinin aldatıcılığına bağlı bir aldanmadır. Başka türlü bir ifadeyle, meşruiyet sürekli imiş izlenimi verse de sürekli değildir. Varlığını – hayatiyetini, belki, peryotlar halinde sürdürdüğü düşünülebilir. Örneğin hanedanlar, meşruiyetlerini 1789 Fransız Devrimi ile kaybettiler; ama yerine gelen Cumhuriyet de bir süre sonra yerini başka bir meşruiyete bıraktı. Rus Komünizmi, gözümüzün önünde, dramatik bir şekilde kaybetti meşruiyetini. Yerine gelen Bağımsız Devletler Topluluğu ise halen meşruiyet arayışını sürdürmektedir. Örnekleri çoğaltabiliriz; ama bu bağlamda bilinmesi gereken, bir insanın, bir hanedanın, bir devrimin, bir toplumsal hareketin /bir kitlesel eylemin meşruiyetinin mutlak olmadığı, bir gün işe yaramaz hale gelebileceği gerçekliğidir. Bu sosyolojik kuram, iktidarlar için de işler. Her iktidar, meşruiyetini iktidara gelirken savunduğu değerlerden, dayandığı halk kitlesinden alır: İktidara geliş biçimi, iktidarını sürdürüş biçimi, toplumsal adalete saygısı, yönettiği halka ve muhaliflerine karşı tavrı, haklara riayeti, çıkardığı yasalar ve bunları uygularken hukuk kurallarına sadakati, özgürlüklere saygısı, ekonomik başarıları/ başarısızlıkları vs vs… İktidarları “meşru” kılan bu değerler, hayatiyetini kaybederse iktidar da meşruiyetini kaybeder. Böyle bir iktidar da ne kadar direnirse dirensin, iktidardan gider, yerine yeni meşruiyeti ile yeni bir iktidar gelir.
İktidar ile meşruiyet ilişkisi böyle diyalektik bir işleyiş içindedir. Bize gelince: Bilimin yasaları, her ne kadar biatı, İmam Gazali dogmalarını, Emevi İslâmını öncelesek bile bizim için de işlemektedir. Bilmem anlatabiliyor muyum?
A.Ümit Aloğlu, 8 Ağustos 2023, Kuzucubelen
1 Amin Malouf, Çivisi Çıkmış Dünya (Uygarlıklarımız Tükendiğinde), YKY, İstanbul, 2009, s 77.