Devletten başlayalım: "Halk", "ülke" ve "egemenlik" kavramlarının bileşkesidir,devlet. Uzatırsak, belirli topraklar üzerinde yaşayan halkın düzenlediği yasalarla yönetilen, dışarıya karşı halkını ve onun çıkarlarını koruyan, içeride güvenliği sağlayan kurum, tüzel kişilik diye tanımlanabilir.
Devletin, kendi nüfuz alanında bir baskı mekanizması kullanabileceği genel kabul görmüş bir düşüncedir. Ancak bu görüşü savunanlar bile devletin kuracağı baskıyı bir koşula bağlamayı, uygulanışına da bir sınır koymayı öngörürler.Temel koşul, "düzeni tehdit"tir.
Eğer devlet düzenini "tehdit eden" guruplar ya da fikirler ortaya çıkarsa devlet, kendini korumak refleksiyle "baskıcı cevap verme yasası" denilen, devletin meşru kabul edilen hakkını kullanır.
Devletin kullanacağı baskı/güç, devletin hissettiği tehdidin niteliğine/ doğasına göre değişebilir; baskı biçimi ve baskının dozu azalabileceği gibi artabilir de. Ancak bu görüştekiler şu soruya cevap veremezler: Benzer tehditlerle karşılaşan devletlerin uyguladığı baskı ve sorunu çözme biçimi neden farklıdır? Örneğin "etnik tehdit"e karşı kimi devletler soykırıma varan baskı kullanırken bazı devletler, kurumsal reformlarla çözüm aramaktadır.
Dünya genelinde gözlemlenen şudur: Demokrasiler baskının dozunu insan haklarına, özgürlüklerine, uygarca yaşamaya ve etik değerlere saygı ölçütlerine ayarlarken otoriter devletler baskı mekanizmasının dozunu dilediğince artırabilmektedir.
"İç demokrasi" teorisi ise bize şu bilgiyi vermektedir: İç barışın sağlanması için baskıya baş vurmak demokrasinin değil, faşizan yönetimlerin tercihidir.Üstelik, baskıcı yöntemler maliyet bakımından barışçı ve insanî yöntemlerden daha pahalı, geleceğin inşası bakımından daha risklidir.
Demokrasiler bu riski göze almak yerine uzlaşmayı, toleransı, iletişimi yeğlerler. Bu yöntem, hükümetlerin bir daha seçilmesinde riskler taşır, oysa baskıcı yöntemler kontrolü sağladığından çatışmayı azaltır, yeniden seçilme olanağını artırır. (Haziran ve Kasım Seçimleri sürecinde bunu somut olarak yaşadık)
Bu teorik bilgiler, pratik bakımından gözümüzün önünde bir tablo oluşturmaktadır. Devlet, şiddet ve demokrasi konularında kafa yormayanlar, kendilerine hazır düşünce kalıpları olarak sunulanları kabullenmiş olanlar, şiddetten yana olurken biraz sloganlardan uzaklaşarak düşünenler toleranstan, uzlaşmadan, barış ve iletişim yöntemlerinden yana olmaktadır.
Bakışımızı, özele/ ülkemizin durumuna yöneltirsek:
Ülkemizde etnik tehdit algısı vardır. Bu "tehdit" algısı, demokratik, yani uzlaşmacı, toleranslı; insani değerlere, insan hak ve özgürlüklerine saygı çerçevesinde iletişimle mi çözülecektir; yoksa baskıcı yöntemlerle mi? Zor olan, meşakkatli çabaları gerektiren yöntem birinci yöntemdir.Öbürü savaştır ki bunca yıldır 50.000 insanımızın ölmesine, Türkiye'yi ikiye -üçe katlayacak maddi değerin yok olmasına neden olmuştur.
Siz hangisinden yanasınız?
--------------------------------------------------
i Atatürk, bu tehdit ortamının doğacağını görmüş, çözümünü de ortaya koymuştur. Ancak İngiliz emperyalizminin ürettiği Musul, Kerkük sorunları ve Şeyh Sait isyanı çözümü uygulama olanağını ortadan kaldırmıştır
Ahmet Ümit Aloğlu