Sevgili Ünlemcim,
Naz Abidesi,
Niyaz Odağım,
Yine uzun süre yazma olanağı bulamadım; biraz da bağışlayıcılığına güvendim sanırım. Yanlış yaptım, yüreğinin zenginliğini istismar ettim, hiç de bağışlama, kız, cezalar ver, razıyım; gökten ne yağdı da yer kabul etmedi…
Bu mektupta sana, biraz uzun olacak, Çıtak Ahmet’ten söz edeceğim.
Çıtak Ahmet adını duyduğunu sanmıyorum. Bu Elbistan’lı bir şair. Benim çocukluğumda yediden yetmişe herkes tanırdı onu Elbistan’da. Giderek unutulmaya durduğunu, üzülerek, gözlemliyorum.
İlginç bir adamdı. Ataktı, korkusuzdu, hareketli yaşadı. Ona dair ufak tefek anılarım vardır, başını ağrıtmamak, gözlerini yormamak ve seni sıkmamak için kısa kısa anlatacağım. Örneğin, 10 yaşındaydım. Bulunduğum köyden Elbistan’a, at ile beş altı, eşekle yedi sekiz saatte gidilirdi. Akşamüzeri, gün batarken önüme iki eşek kattı ailem, birinde odun, diğerinde ot yüklü. Nergele (yeni, uydurma adı Altınyaprak, yaylalığımız) - Elbistan yolu, Çıtak Ahmet’in köyünden (Akpınar) , hatta kapısının önünden geçer. O gün, ben tam da Çıtak Ahmet’in kapısının önünden geçerken rahatsızlandım, kapılarını çaldım. İçeriden bir bayan sesi, “Kim o?” dedi. Adımı, babamın adını söyledim. Bayana bir erkek sesi sordu: “Kimmiş?” Bayan sesi cevap verdi: “Aloğlu Ali Efendi kimse onun oğluymuş, adı da Ümit’miş, bir çocuk sesi.” Erkeğin koşar adım gelen ayak sesini bugün gibi anımsıyorum. “Ümit, hayırdır oğlum, gecenin bu saati dedi daha kapıyı açarken. “Karnım ağrıyor, yürüyemiyorum Ahmet emmi.” dediğimi anımsıyorum. Ötesi silinmiş. Sabahleyin öğrendim, bana süt ısıtmışlar, ocağın yanına bir minder serip yatırmışlar beni. Uyuyakalmışım. Yüküm Elbistan’a gidecek, geri dönüş dört beş saat gecikecek, anam babam telaşlanacak, onlara bir haber salınmış, ben de Elbistan’a yollandım.
Çıtak Ahmet varlıklı bir adam. Elma ağırlıklı kocaman bir bahçesi var. Yol boyu uzanan bahçenin etrafında göğe uzanan kavakların hışırtısı, gölgesinden çok dinlendirir yolcuları. Ne var ki 1942- 1946 kıtlığı yaman bir kıtlık. Şairimizin evini de vurmuş olmalı. (Bundan sonrası dinlediklerimdir.)
Bir gün kuşluk vakti kapımız çalınmış, babam Aşağı Cami’de namazda. Anam sormuş:
- Kim o?
-Benim Hidayet Hatın, Çıtak Ahmet.
Anam, kapıyı açsa biz çocuğuz, evde erkek yok. Töreye aykırı. Açmasa kapıdaki kapı açılmayacak adam değil. Kendisine, tanımadığı için, kötü üzüm ikram eden bir başka hatırlı, soylu bir kadını şiiriyle rezil ettiğini herkes biliyor.
-Ali Efendi namazda Ahmet Ağa, demiş anam; kapıyı açmakta tereddüdünü bildirmek için.
- Hidayet Hatın, sen benim anam bacımsın, aç şu kapıyı, Fatik Hatından beter ederim seni.
Kadıncağız neylesin, açmış kapıyı, buyur etmiş. Atını ablam bağlamış, anam kendisine çay kahve ikram etmiş. Babam gelince derdini söylemiş Çıtak Ahmet:
- Ali Efendi, evde un-buğday yok, çocuklar aç, sende buğday var, biliyorum.
Hiç ikiletmeden Ahmet Ağanın çuvalı buğday doldurulmuş, yolcu edilmiş. Benim o yaz ağırlanmam o minnetle değil, her gelen geçene yardım edermiş Çıtak Ahmet.
Bu iyilik sever, yüreği geniş Çıtak Ahmet, bir şair. Düşünde dolu içen şairlerden değil, başından darı dökülen şairlerden. Dolu içseydi Hak aşığı olacaktı, darı dökülmüş, aşk şairi olmuş. Uzun öyküsünü, Serdar Yakar’ın hazırladığı “Ahmet Çıtak –Hayatı ve Şiirleri” adlı kitaptan okuyabilirsiniz. Ben özetleyeyim. Komşu (Güplüce) köyünden Naciye adlı, akraba bir kıza aşık olur bizim Çıtak Ahmet. O aşkla da şair olur. Bana sorarsanız Naciye kız, bu akrabası ve varlıklı köy eşrafına olumsuz cevap vermeseydi Çıtak Ahmet, Ahmet Çıtak olarak yaşar giderdi. Naciye Hanım, her nedense aşkına cevap vermeyince Çıtak Ahmet, epeyce çırpınmış, aşkı o kadar bilindik hale gelmiş ki köyün kızları, ihtiyar bilge kadınları Naciye’nin konu komşusu, dayısı amcası Çıtak Ahmet’ten yana olmuşlar, ona şairin şiirlerini okumuşlar, hatta bazen zorla bile dinletmişler. Olay şöyle çözümlenmiş: Çıtak Ahmet, arkadaşlarıyla Naciye’yi kaçırmaya karar vermiş. Köye geldiklerinde Naciye’nin adının çıkmasına yüreği razı gelmemiş, son bir şans tanımak istemiş ona. Kendi amcasını göndermiş, (Bu bey aynı zamanda Naciye’nin de amacazadesidir) git, ne dersen de, rızasını al, demiş. Amcası konuşmuş, dil dökmüş, anlatmış, sonunda “mal istersen mal, para istersen para; adam ise seviyor seni.” deyince Naciye,
- Ne parası be amca, senin paran mı var, pulun mu var” diye alay etmiş amcasıya, yalan söylüyorsun edasıyla.
O sırada kapıyı dinlemekte olan Çıtak Ahmet, yanına aldığı bir kese altını, kapıyı aralayıp “Para iste sen, bende çok!” deyip Naciye ile amcasının oturduğu odaya saçıp gitmiş.
Gürültüye amcasının karısı gelmiş, bakmış oda altın serili,
-Bu ne anam böyle? Demiş.
Naciye de “Abla onları topla, götür ver, altına akçaya tamah etti de kabul etti beni demesin” demiş. Amcasıdır fırlamış yerinden, koşmuş haber vermiş:
- Gözün aydın, kabul etti.
Çıtak Ahmet, muhteşem bir düğünle ermiş muradına.
O günkü duygularını anlattığı “NAZLIM” redifli şiirini şöyle bitirmiş:
Nimeti ilahi hikmeti Hüda
Ümitsiz vuslatı eyledi peyda
Bu nimetin şükrü olur mu eda
Naciye Ahmet’e eş oldu nazlım.
Ömür boyu Çıtak Ahmet için “nazlı” olan eşi Naciye diyor ki onun için:
“”Rahmetli şen bir yaradılışa sahip, deli dolu bir kimseydi. Düzenli bir hayatı yoktu. Sadeliği çok sever, ömrünün büyük bir bölümünü yaylalar ve dağlarda geçirirdi. Şiirlerini neşeli anlarında yazardı. Yaşadığım bir olayı unutamam: 'Köyde oturduğumuz için geceleri aydınlanmak için petrol lambası kullanırdık. Bir gece eşim aniden uyanarak şiir yazmak istemiş. Beni uyandırmaya kıyamamış. Kağıt ve kalemi bulamayınca, ocaktan eline bir kömür alarak şiirini duvara yazmış…””
Bu deli dolu fakat duyarlı insanın şiirlerine dönelim biz:
SEVDİĞİM
Senden vaz mı gelirim?
yakma beni sevdiğim!
Ya alır ya ölürüm,
Etme kanı sevdiğim!
Aşk hikmet-i İlahî,
Kül etti nice şahı,
Yaktı Kerem’in ahı,
Aslıhan’ı sevdiğim!
Neden böyle pahılsın?
Niçin gönül yıhılsın?
Cömertlere dahilsin,
Keramkânî sevdiğim.!
Bülbül konar güllere,
Detan oldum dillere,
Gülünç etme ellere,
Aman, beni sevdiğim!
İçimi dert aldı,
Kuru kemiğim kaldı,
Kurban et, bayram geldi,
Kes bu canı sevdiğim!
Engel daim kin etti,
Hasret bağrım hun ett,i
Mevlam bana don etti,
Kara günü sevdiğim.
Başım belada koyma!
Düşman sözüne uyma!
İnsaf et cana kıyma!
Dünya fani sevdiğim.
Aşkı sıvak mı sandın?
Başına gelse tanın.
Ben yanıyorum senin,
Rahmin hani sevdiğim!?
Gözüm yolda gözletin,
Muhabbetin özletin,
Feryadından sızlatın,
Dört bir yanı sevdiğim!
Doğmuş, parlar ışığın,
Sanki Cennet eşiğin,
Ahmet Çıtak aşığın,
Kadrin tanı sevdiğim!
Bu mektup çok uzadı, ama tek şiirle de şiirli mektup olmaz ki! Bir de sosyal içerikli şiirine örnek vereyim, sonra noktalayayım bu mektubu:
VURUN BABAM VURUN
Meb'uslar köylüye ikram ederler
Edin babam edin devran sizindir.
Leyühsel dağına çam'a giderler
Kesin babam kesin orman sizindir.
Kime ne söylesen ağzı havalı
Soluğu yetişen çaldı kavalı
Hazır oldu buğday, açın çuvalı
Ölçün babam ölçün harman sizimdir.
Kayboldu arada vicdan hizası
Böyle mi bulunur Allah rızası
Ağzını açana hapis cesadı
Yazın babam yazın ferman sizindir.
Dost diye derildik başlarınıza
Akıl yetmez oldu işlerinize
Yunan papazını döşlerinize
Sarın babam sarın yayan sizindir.
Köylülere banka açılsın dendi
Ulaştı meb'uslar üstüne kondu
Köroğlu devrini savuştuk şimdi
Vurun babam vurun kervan sizindir.
Şu asil millete sızlıyor içim
Bu nasıl idare ne kötü seçim
Apartıman bitti gelmez mi seçim
Yapın babam yapın her yan sizindir.
Bir ezana bağladınız dilimiz
Feryat eder mezardaki ölümüz
Kımıldasa cop'a değer kolumuz
Vurun babam vurun seyran sizindir.
Her türlü adalet sizde bulunur
Vicdan olanın bağrı delinir
Dört senelik maaş peşin alınır
Alın babam alın zaman sizindir.
Ahmet Çıtak daim doğru söz derim
Pervam yok kimseden kazanıp yerip
Sormaz mı mahşerde Mevlâ-yı Kerim?
Gidin babam gidin mizan sizindir.
Bu mektup da bu kadar olsun. Yordumsa seni, bağışla beni.
Hoşça kal,
Şiirde kal,
Şiir kal,
Sevgimde kal.
İmza yerine: