"Postacının Son Mektubu" yazarının ilk eseri.
Tanıtımında şimdi okuyacaklarınızı söyledim. Orada bulunmayanlar da bilsin istedim, hemen hiçbir değişiklik yapmadan o konuşmayı sunuyorum sizlere:
Bu söyleşi, birkaç bölüme ayırarak yapılabilir. Her biri de başlı başına bir başlık olabilir:
*Öğrencim Ziya Aykın,
*Ziya Aykın'ın İş ve Kültürel hayatı,
* Ziya Aykın'nın Romanı.
Ancak ben o kadar uzatmayacağım, salt başlıklara dokunmakla yetineceğim:
*Öğrencim Ziya Aykın:
Ziya, Ticaret Lisesinden öğrencimdir. Sivas'tan geldim. Orada TÖS Başkanı idim. Milliyetçi Öğretmenler Derneği ile siyaseten savaş halindeydik. MÖD Sivas Şubesi Başkanı benden bir yıl önce ayrılmıştı Sivas'tan. Aynı okula gelmiş meğer. Benim o okula geleceğimi duyunca bir yıl içinde örgütlediği öğrencilere "Ders anlattırmayın o adama!" demiş. Beni sınıflara koymuyorlar. Gürültü, patırtı, sınıfta gezinmeler, broşür- bildiri dağıtmalar... Ders yapamıyorum. Felaket. Bunalıyorum, bir ekmek kapım olsa bırakıp gideceğim. Yalnız sınıflarımdan birinde bana ışıl ışıl bakan bir genç var. Her saat o sınıfa gitmek istiyorum. Okulda ilk adını öğrendiğim öğrencim de o: Ziya!
Sonra okulun havası değişti.
Ben de sınıflara girebilir oldum; ama bu kez de okuldan uzaklaştırdılar beni.
*Ziya Aykın'ın İş ve Kültürel hayatı,
Ziya mesleğinde başarılı bir insan oldu. Doğru bir yuva kurdu. Değerli eşi Reşide de öğrencimdir. Aynı okuldan.. Çocukları da kendileri gibi oldular: Hanım ve başarılı...
Bu konuda Reşide'nin payı mı daha büyüktür, Ziya'nın mı? İkisini de kutluyorum, Herhalde bu konuda pay ölçümü yapılamaz..
***
Ziya Aykın'ın romana gelince!
İşimin burası zor.
Roman mı "Postacının Son Mektubu"?
Roman nedir?
Klasik bir tanım istiyorsanız onu Namık Kemal'de bulabiliriz:
"Güzeran etmemişse bile güzeranı imkân dahilinde olan bir vak'ayı ahlak, adat ve her türlü ihtimalata müteallik tafsitı ile tasvir etmek fenninden ibarettir."
Bu oldukça kolay bir tanım ve maalesef on dokuzuncu yüz yılda kaldı.
Abdülhak Şinasi Hisar'ın enfes bir tanımı vardır:
"Yazar nazım olarak değil de düz yazı olarak yazarsa, yazdığını tiyatroda oynanmak için değil, okunmak için yazarsa, herhangi türlü deneme, kısaca edebiyatın çok bilinen öteki türlerinden birinden olmazsa ve en aşağı bir küçük cilt tutabilecek uzunlukta olursa bu yazdığına roman deniyor. Yalnız bizde değil, her yerde. Yalnız şimdi için değil, her zaman için. Çünkü romanın ne olmadığını söylemek ne olduğunu söylemekten çok kez daha kolaydır. "
Abdülhak Şinasi, bu konuyu işlediği yazısının biraz ilerisinde şunu da söyleyecektir:
"Romanın hiçbir genel kuralı yok, belki hiçbir tekniği yok, türü, biçimleri,amaçlarında da birlik yoktur ve hem de denebilir ki kaynağı ve doğası bunların olmasına engeldir. O tarihin, destanın, felsefenin, şiirin, bilimin, masalın bir miras yedisidir."
Sıkıldınız, ama izninizi rica ederek bir cümle daha alacağım:
"İstekleri günden güne artan, sınırları günden güne genişleyen ve her yeni deha ile kendine bir kıta, bir dünya, bir bilim daha bulan romanı bütün kapsamı ile anlatan bir tanım bulmak güç değil, olanaksızdır. "
Pekiyi, ben ne diyorum şimdi size:Ben diyorum ki romanın illa da uyulması zorunlu bir tekniği, yazarın uyması gereken bir anlatım biçimi yoktur. Bir zamanlar roman deyince aklımıza edebiyat dünyamızda sadece hayaller tasvirinden ibaret olan Halit Ziya romancılığı gelirdi. O dönemde büyük Roman Rus romanıydı. Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev...
O dönemin Fransız ustaları: Balzac, Stendhal, Flobert'ti. Bir de popülerler vardı, Aleksandır Dumas Per ve Aleksandır Dumas Fils...
Almanya! Genç Verther'in Acıları! Kaç kişinin intiharına neden olmuştu, sayıyı bilen var mı?
Elbette Oscar Wilde'ı unutmayacağım, Charles Dickens ile Walter Scot ile büyüdük, İngilizleri de anmış olalım.
Don Kişot'tan bu yana zaman her şeyi çürüttü., çürütmeye devam edecek ki yenilikler olsun. Zaman daima değişikliklere gebedir...
Bu hepimizin geceler boyu elimizden düşürmeden okuduğumuz romanı, Alaine Robbe - Grillet, bilinç akımı tekniği ile rafa kaldırdı.
Ama şimdilerde o da eskidi. Şimdi doğrudan bilinç kavgası veriyor insanlar.
Burada sizler de dinlediniz, Remzi Karabulut minimal öyküler okudu bize, duygu ve zeka ürünleriydi onlar.
Roland Barthes "Romanın Hazırlanması-I- II" adlı, dilimize iki cilt halinde çevrilen eserinde en çok Hayku üzerinde duruyor. "Bir parçacık yazı insanı dünyadan ayırır, yazı çok olursa insanı dünyaya döndürür" diyerek haikuya övgü düzüyor.
Bunların ne ilgisi var Ziya Aykın ile mi diyeceksiniz?
Haksız bir soru: Ben, Roland Barthes'e, hayku ile romanın ne ilgisi vardır, diye sormadım ama cevap vereceğim bu olası soruya: Ziya, bize, hayku tadında, yer yer Alan Robbe Grillid'in bilinç akımı tekniğine de uyan anlatılarla ilginç ve güzel bir eser üretmiş.
Pierre Choderlos de Laclos'un Tehlikeli Alakalar'ını okuduğumda mektuplarla roman beni çok şaşırtmıştı, sonra çok örneğini gördük.
Sayıklamalarla yazılmış ilk romandır, "Postacının Son Mektubu".
Okuyucuya bir öneride bulunacağım: Postacının Son Mektubu'nu okurken bir noktayı aklınızda tutmalısınız:
Binlerce yıldır insanoğlunun ulaşmaya çalıştığı sanat seviyesi, insanoğlunun İspanya'da bir mağara duvarına çizdiği öküz desenindeki sadeliktir. O primitif desen saftır, temizdir, süsten süslemeden arınmıştır.
Bütün dallarıyla resimden müziğe, heykelden şiire öyküden romana bütün sanat dallarında o safiyete ulaşmak ister, insanoğlu.
Ziya, o safiyete ulaşmış,
Eserini bana getirdiğinde "Yayınla derseniz, yayınlayacağım" dedi.
Çok nazik bir övgüydü.
Okudum,
Yayınla, çok ilgi görecektir, dedim.
Yanılmadığımı sanıyorum. Okuduğunuzda bir Reşat Nuri akıcılığı ve bir Bilge Karasu derinliği bulacaksınız Ziya Aykın'ın eserinde.
Politikanın nasıl bir incelikle ukalalık edilmeden romana yedirildiğini, cumhuriyet değerlerinin korunmasını, kaybolan kent dokusuna ve cumhuriyet değerlerine özlemin yakıcılığını da hissedeceksiniz.
Beynine, yüreğine sağlık Ziya'm.
Bu, eminim bir başlangıç, Ziya, devam etmeli, durmadan yazmalı.
Yeni eserlerini okumak isterim, ölüm kapımı çalmadan...
Ümit Aloğlu, 8 Nisan 2019 Mezitli.