Osmanlı'da dil sorunu yoktu. Dileyen dilediği dille konuşuyor; dilediği dilde yazıyordu.
Dil ile ulus arasındaki ilişki, bir çok konuda olduğu gibi 1789 Fransız İhtilali ile girdi insanlığın gündemine.
Bizde, Meşrutiyet yıllarında insanların gündemine girmiş olsa da anlamına ve önemine uygun boyutu ile Atatürk tarafından ulusa mal edildi.
Atatürk, dil sorununa,
1) Ulusal dil ve duygu arasındaki bağ,(Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.M.K Atatürk)
2) Dilin geliştirilmesi ve işlenmesi, (Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bilinçle işlensin. M.K. Atatürk)
3) Devletin bu konuda görevleri ( ...bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz. M.K. Atatürk) açılarından eğildi. Ancak bu konuyu devlete değil, ulusa emanet etti. Kendi kişisel parasıyla desteklediği bir dernek kurdurdu: Türk Dil Kurumu. (1932) Vasiyetinde de servetinin önemli bir kısmını (1/3) bu kuruma bıraktı. Kurumun görevi, dilin gelişmesi için gerekli bilimsel çalışmaları yapmaktı.
Kurum, bu görevi büyük ölçüde yaptı, yapmaya devam ediyordu; ancak Atatürkçü(!) Evren Paşa bu işin de canına okudu.
Geldiğimiz yeri belirlemek için bir iki örnek vereceğim.
Eşim gastronomi sever. Diyebilirim ki bütün ülkemizi gezdi; her yörenin yemeklerinin çoğunu bilir, gitti tattı da...İnternette araştırmalar yapar, dün bir sitedeki yemekleri gösterdi bana. Adları çok ilginçti. Hemen hiçbiri Türkçe Sözlük'te yoktu:
Ahöze (bal, Eskişehir); akbaldır (Çiçek adı, Denizli, Diyarbakır) Bubuş; budeyi (Buğday, Eskişehir) çağış (Bal. Denizli); denizkaşığı, (midye, Isparta); dınkabağı ( asmakabağı, Çorum); üveyikbudu ( Bir armut türü, Sinop); potturma ( çömlekte pişirilmiş pancar, Niğde); kakaçı (Olmamış meyve, Rize)...
Daha birçok isim...
Bir arkadaşım, Taraklı Ağzı, bir arkadaşım da Pertek Ağzı çalışıyor. Her ikisi de sözlüklerde bulunmayan sözcükler listesi yapıyor; yüzlerce sözcüklük listeler çıktı ortaya. Dilimizin konuşulduğu bütün coğrafyalarda, bütün yerleşkelerdeki ağızların yazıldığını ve hepsinde kullanılan; fakat sözlüklere girmemiş sözcüklerin gün yüzüne çıktığında dilimizin ne kadar zengin bir dil olduğu, daha bir netlikle anlaşılacaktır.Bir de Evren Paşa ihanetinin ortadan kaldırıldığını, Türk Dil Kurumu'nun çalışmalarına, dilimizi geliştirmeye devam ettiğini, 150.000 sözcüklük TDK sözlüğünün üç yüz dört yüz bin sözcüklük sözlüğe ulaştığında, dilimizin Dünyanın en zengin dillerinden biri olduğu gerçeğinin Atatürk'ün bir temenni ve hayali değil, gerçek olduğu anlaşılacaktır.
İşte o zaman kültürümüz de bilimsel düzeyimiz de çok yukarılara taş
Osmanlı'da dil sorunu yoktu. Dileyen dilediği dille konuşuyor; dilediği dilde yazıyordu.
Dil ile ulus arasındaki ilişki, bir çok konuda olduğu gibi 1789 Fransız İhtilali ile girdi insanlığın gündemine.
Bizde, Meşrutiyet yıllarında insanların gündemine girmiş olsa da anlamına ve önemine uygun boyutu ile Atatürk tarafından ulusa mal edildi.
Atatürk, dil sorununa,
1) Ulusal dil ve duygu arasındaki bağ,(Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.M.K Atatürk)
2) Dilin geliştirilmesi ve işlenmesi, (Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bilinçle işlensin. M.K. Atatürk)
3) Devletin bu konuda görevleri ( ...bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz. M.K. Atatürk) açılarından eğildi. Ancak bu konuyu devlete değil, ulusa emanet etti. Kendi kişisel parasıyla desteklediği bir dernek kurdurdu: Türk Dil Kurumu. (1932) Vasiyetinde de servetinin önemli bir kısmını (1/3) bu kuruma bıraktı. Kurumun görevi, dilin gelişmesi için gerekli bilimsel çalışmaları yapmaktı.
Kurum, bu görevi büyük ölçüde yaptı, yapmaya devam ediyordu; ancak Atatürkçü(!) Evren Paşa bu işin de canına okudu.
Geldiğimiz yeri belirlemek için bir iki örnek vereceğim.
Eşim gastronomi sever. Diyebilirim ki bütün ülkemizi gezdi; her yörenin yemeklerinin çoğunu bilir, gitti tattı da...İnternette araştırmalar yapar, dün bir sitedeki yemekleri gösterdi bana. Adları çok ilginçti. Hemen hiçbiri Türkçe Sözlük'te yoktu:
Ahöze (bal, Eskişehir); akbaldır (Çiçek adı, Denizli, Diyarbakır) Bubuş; budeyi (Buğday, Eskişehir) çağış (Bal. Denizli); denizkaşığı, (midye, Isparta); dınkabağı ( asmakabağı, Çorum); üveyikbudu ( Bir armut türü, Sinop); potturma ( çömlekte pişirilmiş pancar, Niğde); kakaçı (Olmamış meyve, Rize)...
Daha birçok isim...
Bir arkadaşım, Taraklı Ağzı, bir arkadaşım da Pertek Ağzı çalışıyor. Her ikisi de sözlüklerde bulunmayan sözcükler listesi yapıyor; yüzlerce sözcüklük listeler çıktı ortaya. Dilimizin konuşulduğu bütün coğrafyalarda, bütün yerleşkelerdeki ağızların yazıldığını ve hepsinde kullanılan; fakat sözlüklere girmemiş sözcüklerin gün yüzüne çıktığında dilimizin ne kadar zengin bir dil olduğu, daha bir netlikle anlaşılacaktır.Bir de Evren Paşa ihanetinin ortadan kaldırıldığını, Türk Dil Kurumu'nun çalışmalarına, dilimizi geliştirmeye devam ettiğini, 150.000 sözcüklük TDK sözlüğünün üç yüz dört yüz bin sözcüklük sözlüğe ulaştığında, dilimizin Dünyanın en zengin dillerinden biri olduğu gerçeğinin Atatürk'ün bir temenni ve hayali değil, gerçek olduğu anlaşılacaktır.
İşte o zaman kültürümüz de bilimsel düzeyimiz de çok yukarılara taş
Ahmet Ümit Aloğlu