Sevgili Ünlemcim,
Ruhumu Serinleten Ilgaz Pınarı,
Bugün bir şiirle başlayalım mı söyleşiye:
Cuma Ertesi Çarşısı
yalnızlık çarşısından
dün sana bir düş aldım
ince gecelerinde
umut olsun güç olsun
şimdi içli bir kızdan
daha çok kapanmışsın
ayrılık şarkıları
artık sana duyarsız
bak yeniden diyorum
karşılaşsak başlasak
biliyorum boşuna
biz ikimiz değiliz
yalnızlık çarşısından
sen de uğra bir şey al
belki gelecek için
sedef nakış bir masal
YAŞAR MİRAÇ yazmış bu şiiri. (Yaşar Miraç, 1953 yılında Trabzon'da doğmuş; demek ki bizden on, on bir yaş küçük. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili Bölümü'nden mezun olmuş (1981). Yeni Türkü adında bir yayınevi kurup yönetmiş. On beş yıl kadar Federal Almanya'da Türkçe öğretmenliği yapmış. 1999’da yurda dönmüş. Başından beri halk edebiyatını özümsemiş ve özgün bir ses olarak insanlık, barış, demokrasi, gurbet, sıla konulu, türkü tadında, coşkulu, akışkan, imgeleri çarpıcı ve yeni, dur durak tanımaz çağdaş şiirler yazmış. Şiirinde dikkat çekici özelliklerinden biri de dizelerinin kısa, sözün lakoniğe yakın geniş, derin anlamlı olması… Bu da onun Türk şiir geleneğini bildiğini kanıtlıyor.i
Şiirin üçüncü bağlamı beni çok etkiledi. Umarım senin de dikkatini çekmiştir. Bir daha okuyalım mı?
bak yeniden diyorum
karşılaşsak başlasak
biliyorum boşuna
biz ikimiz değiliz
Bu dizeler, bize rağmen kurulmuş.
Bazen, bütün şiiri bizim için kuruyor bu şairler, bazen de bize rağmen. Ne var ki bazıları, örneğin işte bu Yaşar Miraç dizeleri gibi olanlar, bizim için ve bize rağmen gibi iki özelliği birlikte barındırabiliyor bünyesinde. “bak, yeniden karşılaşsak” bu bana uygun bir söz. Yani benim yıllarca söylediğim, özlemimi anlatan bir söz. “yeniden başlasak” ikimize de uymuyor. Bizim yeniden başlayacağımız bir şey yok, öncesi yok… Hayır var, insanca, genç ve içtenlikli şeyler var: Benim senin için yaşamaktan vazgeçtiğim zamanlar, sınav salonu kapılarında moral destek olmaya,
yalnız bırakmamaya çalışmalar… sayrı düşüp yattığında olanaklar elverdiğince seni yalnız bırakmamalar... mutlu olasın diye sayrılarevinde, kulağına sevineceğin haberi fısıldamalar gibisinden… Ama bunlar, Y. Miraç’ın şiirinin izlencesi dışı şeyler. Yani şiirin içeriği açısından bakarsak, yeniden başlayacağımız bir şey yok. Yeniden başlayacak şeyleri olanlar için bile böyle bir deneme boşuna bir çaba olurmuş.
Bundan sonraki dize, benim içerisinde şiir bulduğum bir dize. “Biz ikimiz değiliz.” Ne kadar anlam yoğunluğu olan bir dize değil mi? Bu üç sözcüğe ne kadar çok şey sığdırmış Yaşar Miraç! Biz, dünde kalan biz değiliz. En çarpıcı, üstelik en kolay anlaşılan anlamı bu. Düşündüğümüzde biz ikimiz, (şimdi, kaybettiğimiz yıllardan sonra) biz değilsek neyiz, dediğimizde dize açılıyor, saçılıyor, evreni kaplıyor: Çocuklarımızı, torunlarımızı, dün ile bugün arasında dünyayı kavrayışımızdaki değişiklikleri, yaşımızı, yaşadıklarımızı, yaşamak isteyip yaşayamadıklarımızı… Dünkü beğenilerimizi, bugünkü beğenilerimizi, aralarındaki farkı, bu farkı oluşturan nedenleri, kültürel farklılaşmalarımızı… her şeyi anlatıyor…
Delirtir insanı böyle dizeler…
Şiirin son bağlamı için söyleyecek tek bir sözüm var: Son dediğin böyle olmalı!
Bize bir öğüt veriyor şair: Yalnızlık çarşısından bir şey almamızı söylüyor. “Yalnızlık çarşısı.” Şu çarşıyı bir düşünür müsün sevgili: İçinde sadece yalnızlığa dair şeyler satılıyor. Bunca yıldır bu çarşıdan alış veriş yapmış kendisi. Neler almış, neler satmış… Biz de bir şeyler almalıymışız. Daha doğrusu şairin seslendiği, dünden gelen, bugün artık farklılaşmış olan sevgili bir şey almalı. Ne almalı? “Sedef nakış bir masal” Bir masal değil, nakışları sedef olan bir masal. Sadece “masal” sözcüğü insanı alıp bütün dünyayı dolaştırmaya, dilediği boyutlarda gezdirmeye yetecek denli çağrışımsal değeri olan bir sözcük. Nakışlı olması ayrıca üzerinde durulabilecek bir özellik; ancak “sedef nakış” olması, sedefin nitelikleri göz önünde tutulunca iyice bizi denizlere, mercanlara, incilere, beyazlıklara, parlaklıklara, temizliklere… götürebiliyor. Bütün bunların, bu güzelliklerin, artık kendileri dündeki kendileri olmasa da, gelecekte olabilecek kendileri için yapılabilecek, yapılması gereken bir davranış olarak öneriliyor: “belki gelecek için” Bu gelecek ve gelecek içinlik, enine boyuna düşünülünce, dizeler; o kısacık dizeler, bir balyoz gibi iniyor insanın beynine…
Birleştirelim dizeleri: “Gelecek için sedef nakış bir masal almalıymış sevgili, yalnızlık çarşısından.” Bu söze eklenen şu “belki” sözünü bir düşünür müsün Ünlemci, baştan sona beni anlatıyor. Şimdi benim bütün hayatım bir tek “belki” sözü üstünde yürümüyor mu, ben bir tek “belki” ile; yaşanılamaz, ulaşılamaz, hiçbir umut taşımayan; yaşanılması, ulaşılması olanaksız olan bir talebin peşinde harcamıyor muyum duygu, akıl ve beden varlığımı? Bunu bu “belki”den güzel ne anlatabilir bizim gönül pınarı dilimizde?
Burada sözcük bitiyor sevgili.
Buraya gözyaşı nakışlar döşüyor.
Belki bir gün sana, kendi yalnızlık çarşımı anlatırım. Gerçekten, senin yerinde olsam ısrarla o çarşıyı anlattırırım Ümit’e. Orada ne ağıtlar, ne intiharlar, ne işkenceler var, bilemezsin…
Boş ver!
Bugünden önemli bir zaman yok.
Bugünü de yarını da sağlıklı yaşamanı diliyorum.
Sevgilerle…
İmza yerine:
“sonra oturup bu şiirin ölüsü başında
taştan bir heykel gibi
asırlar boyu ağlasam…ağlasam…ağlasam!” (Yılmaz Arslan)
Ahmet Ümit Aloğlu
(Bu tanıtım sözlerinin çok azı benim; çoğunu bir kaynaktan, tümcesi tümcesine aldım. Sonra bir yerde rastlarsın, bana “hırsızmış” dersin, neme lazım, peşin söyleyeyim de sonra suçlanmayayım.)