Kahveye girdiğimde çok şaşırdım, neredeyse bütün köylü, bir mitinge katılmak içi toplanmış gibiydi. Ne olup bittiğini anlamak için yavaş yavaş yürüdüm. Soba yanmıyordu; ama insanlar üşümüş gibi sobanın etrafında toplanmıştı. Gençlerden biri- sağ olsun- sandalyesini verdi bana. Oturmadan sesimi yükselttim:
-Neler oluyor burada arkadaşlar?
Mehmet Emmi.
-Sus Hoca. Konuşma bugün, dedi. Sesi bir kavgadaymışçasına titriyordu.
-Neden susmamı istiyorsunuz Emmi, kötü bir şey mi oldu, dedim.
-Görmüyor musun, cahil misin, bunadın mı; savaş var savaş! Diye bağırdı.
-Bize ne bundan, dedim. Üstüme yürüdü, kendini tutmasa elini bile kaldırmaya hazır bir haldeydi,
- Savaş, dünyanın neresinde olursa olsun herkesi ilgilendirir; çünkü savaşlarda fakir fukara ölür. Her savaş insanlığa yapılan en büyük zulümdür; bunu sen bilmeyebilirsin ama biz halkız, biliriz, dedi. Döndü kapıya doğru yürüdü.
A! Ne göreyim bütün kahve, Mehmet Emminin arkasından yürüyüp gitti; her birinin suratından düşen bin parça…Ne yapmak istiyor bunlar diye arkalarından baktım, yürüyüş mü yapacaklar, protesto mitingi mi yapacaklar diye düşündüm; ama yanılmışım, herkes ağır adımlarla evine doğru yürüdü, vedalaşmadan kimseyle.
Sobanın yanında yapayalnız kaldım. Ne yapmam gerekir diye düşünürken köyün en yakışıklı delikanlısı Mahir’in sesini duydum:
-Savaşa hayır! Yaşasın barış!
Hemen dışarı fırladım, kahve erkanı dağılmıştı. Hayret Mahir de yoktu ortalıkta. Ne çabuk kayboldu bu çocuk, diye düşündüm. Yapacağım bir işim, sohbet edeceğim kimse yoktu; ben de evime doğru yürüdü, ağır ve isteksiz adımlarla savaşı lanetleyerek…
Ahmet Ümit Aloğlu