Sevgili Ünlemcim,
Her Mevsimin Çiçeği,
Kardelenim,
Ne kadar zamandır yazmıyorum sana, farkında mısın?
Hiç mi özlemiyorsun beni, hiç mi özlemiyorsun sana yeni adlar takmamı, yeni sanlar vermemi?
Yoksa kızıyor musun bana da öfkeyle mi susuyorsun, yeri geldiğinde cezalandırmak için...
Sen kızsan da özlüyorum ben seni, sen öfkelensen de özlüyorum ben sana yazmayı. Sen duymasan da ben, yeni unvanlar veriyorum sana Samanyolu Nergisi'm.
Bak, bugün sana Oya Uysal'dan söz edeceğim, eminim biliyorsundur Oya Hanım'ı. Kendini değil elbette, şiirlerini okumuşsundur, ödüller aldığını duymuşluğun vardır....
Bizden on yaş kadar küçük Oya Hanım. Ama çok başarılı; çünkü o birden fazla ödül almış bir şair: TRT Şiir Ödülü, Ceyhun Atuf Kansu, Cemal Süreya Şiir Ödülleri almış. Türkiye'de şiir yayımlayan bütün dergilerde yayınlanmış şiirleri: Yazko Edebiyat'tan Varlık'a, Yaşam İçin Şiir'den Gösteriye dek, duyduğumuz, gördüğümüz bütün dergilerde...
Çok da kitabı var; eskilerin deyimiyle "velut" bir şair.
Ben sana son kitabından "Yürüdüm Yanında Yağmurun" dan ve daha önceki şiirlerinde bir demet sunacağım ama belki beğenirsin, diğer kitaplarını da görmek istersin diye onların adlarını da yazacağım: İkili Düşünceler (1972), Büyük Düşlerin Türküsü (1974), Savaş Çocukları (1976), Elim Sende Ayışığı (1994), Yıldız Kokuyordu Gökyüzü (1994), Uçuruma Düşen Nehir (1997), Mevsimini Kaybetmiş Rüzgâr (1999) Uzak Olan Sendin, Kimselerin Akşamı YKY'de çıkmış. Son kitabı Yürüdüm Yanında Yağmurun Kırmızı Kedi Yayınlarında çıkmış.
Biraz ilkel bir yaklaşım;ama söylemeden edemeyeceğim, kitaplarının adları güzelleştikçe içindeki şiirleri de güzelleşiyor Oya Uysal Hanımın. Diyorum ki ben, gelecek kuşaklar Oya Hanım'dan "Geç İkinci Yeni şairi" diye söz edecekler. Belki de 21.yüzyıla özgü hüznün şair diyecekler. Ne diyeceklerini şimdiden bilemem; ama mutlaka ondan söz edecekler.
Yine mi uzattım bu İstanbul'lu hanımın şiirlerini okumanı sağlayacağıma kendisinden söz etmeyi!
Tamam, özür diliyorum, haydi şu uzun ama belki de en güzel şiirlerinden biri diyebileceğim "Sis"le başlayalım. Aman, sakın Tevfik Fikret'in "Sis"i gelmesin aklına; mukayese edilmez bu iki şiir; çünkü iki ayrı şiir anlayışla, iki ayrı tarzda yazılmış, iki ayrı içerikli şiir bunlar. Hangisi mi güzel? Ah! Bu sorunun cevabıdır sanatı değerli kılan.
Sis Beğen
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü, hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Neyin peşine takılıp geldim bu bilinmeyen yere unutmanın sisini aralayan Şaman! Ey Kuzey yıldızı! Kaybolan geceye yolunu gösteren şamdan içimin karanlığında korkan çocuğu koru.
Hatırayı saklayan eşyanın eskimiş yorgunluğu yazlık sinemalar, taş plak, radyolu günler ve kalbin ilk ağrısı bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Her aşk başa dönmekti belki de hayata ve aşka hep geç kalan ben, kimi sevsem bir başkasını sevmiş olurdu.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü, hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
1
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz, kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Hatıranın karanlık dehlizlerinde yerini aldı, yeri göğü aydınlatıp yataktan aynaya yansıyan ışık koynunda sevişmekten tükenip bittiğimde, uçurtması bulutlara değen çocuk sevinci, kamaşan beden.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları, çarşıyı örtüp karşı kıyıya uzanan sis örtmese de bitmiş bir aşkın kederini
beni hayata, eve, evdeki bir başka yalnızlığa döndüren çocuk kedi. Artık iyi.
Ey bilge şaman! Yerlere ve göklere hükmü geçen zaman.
Beklemek ve görmek. Birbirinin benzeri sözler, gelip geçen insan suretleri, birbirine karışan yüzler ve sesler. Yolları ardında bırakan mevsimler, batan gemi ve karanlık sularda sürüklenen ruhum ve bütün soruların toplamı ve özeti olan - Ben neyi aradım durdum? Ve hâlâ el altında duran bir başucu kitabı yalnızlığım.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü, hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
2
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş ve kalbim yorgun düşen.
Herkes kendi gözünde büyütüp seyrederken kendini sinip küçüldüm, sığındım yalnızlığın göğsüne odalara sığmazken yalnızlığım.
Başkasının yerine sahne alınmış bir oyun, birkaç gösterilik bir oyundu bu. Aşkı doğrulayan acı ve yılları yadsıyan çıplak bedenlerimizin bazen usul, bazen hırçın karışıp birbirine akışı. Uykuyla uyanıklık arasında kısacık bir yaşanmışlık.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları, çarşıyı örtüp karşı kıyıya uzanan sis bugün de örtmedi bitmiş bir aşkın kederini.
Zamanın kıvrımları arasında gizli saklı kalmış bir şeyler sezilen ama söze dökülemeyen. Biz diye bir şey yokken, neyi alıp gitmiştik birlikte temmuza ansızın boşalan yüzün, uzak bakışların bilip de bilmezlikten, görüp de görmezlikten gelinen.
İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr, bir karmakarışıklık, derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş ve kalbim yorgun düşen.
3
Yolları yorgun düşüren yolcuydum ben eskiden, artık geçmiş ve kalbim yorgun düşen. İçimin kırılıp dökülmüş camlarından sızan bir soğuk rüzgâr, bir karmakarışıklık, derbederlik, derlenip toparlanmak istemeyen.
- Yaprak kımıldatmayan durgun gecenin sokaklarından geçtim, bahardı. Dalları karlarla yüklü ağaçlı bulvarlardan sonra, gece yol alınan uzak şehirlerden, türeyen tren camlarına yaslanmış başımda ağrılarla, soluk kasaba içlerinden, perdeleri açık, sarı kör ışıklı ev içlerinden, donuk insan yüzlerinden…
Dinmek bilmez son yaz yağmurları… Sanki bir suç işlemiş de yüzü yere inmiş üzgün çocuktu gökyüzü. Islak ot ve toprak kokusu. Başı sonu yokmuş gibi uzayıp giden sararıp solmuş kederli bozkırlardan, gecenin uykuya yeni düştüğü ıssız vakitlerden geçtim. Günü uyandıran kuşlarla başlayan sabahlardan. Önce mordan eflatuna sonra ağır ağır pembe usul bir ışıkta, şafakla yüzü aydınlanan yeryüzü güzeldi.
O vakitlerde aşkın eşlikçisi acı bile içimde güzeldi.
4
Aşıp gecenin eşiğini geliyor arada bir caddenin uzak sesi. Kar, beyaz bir hüzün gibi örttü şehri.
Yaprakları birbirine yapışmış eski, tozlu bir kitabı sanki okur gibi yeniden unutmaya bırakılmış sırları çevirdi parmaklarım.
Herkesin bir vazgeçilmezi var ya, her yere birlikte götürdüğü takvimsiz, saatsiz vakitlerde dökülüp saçılan ortalığa. Ben sarıp sarmalayıp aşkı yalnızlığa taşıdım durdum acıyı küçültüp sığdırdım incecik bir sızıya.
Şimdi çıkıp gitsem oturur sedire bekler beni büyüdü, evi sevdi, annesinin ölmeye terk ettiği hasta kedi.
Evden eve taşınırken yıpranmış, hatırası karanlık hayaller, yüzünde iri bir gözyaşı, üzgün çocukluğum. Bazen belirip -sisler arasında- durup bakıyor bana saçları mısır püskülü bir kız - ben bunu daha önce yaşamıştım duygusu- uzansam kaçıp kaybolacak, biliyorum.
Aşıp gecenin eşiğini geliyor arada bir caddenin uzak sesi. Kar, beyaz bir hüzün gibi örttü şehri.
5
Uykuya dalan bahçeyi uyandırmadan geçti de yağmurlu güz, kışı atlatamadı, toprakla kucaklaştı sokağın yaşlıları.
Hatıranın karanlık dehlizlerinde yerini aldı, yeri göğü aydınlatıp yataktan aynaya yansıyan ışık koynunda sevişmekten tükenip bittiğimde, uçurtması bulutlara değen çocuk sevinci, kamaşan beden.
Nehri, bahçeyi, akmayan çeşmeyi, güvercinli damları, çarşıyı örtüp karşı kıyıya uzanan sis örtmese de bitmiş bir aşkın kederini
beni hayata, eve, evdeki bir başka yalnızlığa döndüren çocuk kedi. Artık iyi.
Ey bilge şaman! Yerlere ve göklere hükmü geçen zaman.
Beklemek ve görmek. Birbirinin benzeri sözler, gelip geçen insan suretleri, birbirine karışan yüzler ve sesler. Yolları ardında bırakan mevsimler, batan gemi ve karanlık sularda sürüklenen ruhum ve bütün soruların toplamı ve özeti olan - Ben neyi aradım durdum? Ve hâlâ el altında duran bir başucu kitabı yalnızlığım.
Göğsümden geçerdi göç yolları kuşların. Yaşadım mı, düş mü, hayal mi ne kadar uzak. Bir başka kalpteki yerin kadardı hayat.
Sevgili Ünlemcim,
Hüseyin Ferhad'ı anımsıyor musun? Oya Hanımın bu şiirinde Hüseyin Ferhad şiirinin izleri nasıl da görülüyor değil mi? İzleri değilse bile örneğin "şaman" sözcüğünün çağrıştırdıklarında nasıl da birleşiyorlar...
Bir de Yürüdüm Yanında Yağmurun 'dan bir şiir sunayım sana:
MİSAFİR
Perdeler çekilir, koyulaşır gölgeler, yanında yer açardı yalnızlığa
hüznüm. Başı beklenen ağır hastaydı düşler,
baharını gördüğüm bahçelerde kar.
Elini öpüp alnıma koyduğum hayat
derdime dert ekleyen halinle sevdim seni.
Sabahın mahmur yüzünden kanatlanan kuşlarda
uykunun tutmadığı kederli gecelerde sevdim seni
ayın ışığında.
Kimi sevsem kusurlarıyla sevdim, hatalarıyla. Sen
rüyalarımda gerçek, hayatımda hayal olan sevgili
serili yatağını erkenden toplayan ben,
istenmeyen sığıntı
yolu kalbine düşen
çağrılmamış misafir.
Ölüm atını sürdüğünde üstüme
geride kalsa da gönül gözüm,
ruhum yazacaktır şiirleri bulutlara
yağmurla bir insin de çayırlara, okusun diye
börtü böcek.
Ve siz, bu tekrarı okumayan âlemde
- Elâlem ne der diye,
aşka uzak duran kadınlar,
ruhuma iyi gelen günahlarım girsin rüyalarınıza gece,
dağınık yataklar...
Perdeler çekilir, koyulaşır gölgeler, yanında yer açardı
yalnızlığa
hüznüm. Başı beklenen ağır hastaydı düşler,
baharını gördüğüm bahçelerde kar.
Sevgili,
Yeter mi bu kadar şiir.
Hayır şiir hiç yetmez; diyeceğini biliyorum; ama seni de yormak, usandırmak istemem. Beğendinse internetten ulaş, kitapçına koş; ama okumaya devam et lütfen, her şiirine bilmem kaçıncı okuyuşta ulaşılıyor Oya Hanımın çünkü...
Esen kal.
Şiirde kal,
Şiir kal.
Sevgimde kal.
Ahmet Ümit Aloğlu.
22 Aralık 2017, Mezitli, Mersin