Kültürümüzü çağdaş uygarlığın üstüne çıkarmadan başımızı dertlerden kurtaramayacağımızı, yaşayarak öğreniyoruz.
Devletin kurucusu bunu onuncu yıl nutkunda açıkça söyledi. “Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız…”
Önderin dediğini başaramazsak ne olur? Örneğin enflasyon %172 olur, milletin kanını emer.
Örneğin TL, dolarla euro ile sterlinle yarışacağına dünyanın en çok değer kaybeden iki parasından biri olur, Afrikadaski haritada yerini gösteremeyeceğin devletçiklerden daha geride bir devlet haline gelirsin.
İğneden ipliğe, samandan sarımsağa ithal eden devlet durumuna düşersin; ülkende vatandaşının %25’i açlık sınırının altında perişan yaşam mücadelesi verir.
Ülkenin gelirlerinin %80’ini küçük bir azınlık yer, büyük çoğunluk sefalet içinde yaşar.
Ülkeler, emekçisi kadar aydını ile gelişir. Aydınları - elit tabakası- olmayan uluslar cahil ve ilkel toplumlardır. Önderden, yol göstericiden yoksun olan böylesi toplumların ilerlemesi düşünülemez. Voltaireler, Rousseaular, Daltonlar, Robespiyerler olmasaydı Fransız İhtilali olmazdı. Mustafa Reşit Paşa ve kadrosu olmasaydı Tanzimat ilan edilemezdi.
Anımsayalım ki Cumhuriyet, bir avuç asker sivil aydının milletimizi arkasına alma başarılarıyla yaratılmış bir eseridir.
Şimdilerde Osmanlı dönemine kıyasla çok fazla okumuşumuz, çok fazla kariyer yapmış insanımız var ama aydınımız yok. Bir Namık Kemal’imiz, Bir Şinasi’miz, bir Ziya Paşa’mız, bir Mizancı Murat’ımız yok. Atatürk’e, sofrasında, “Beni bu sofradan kovamazsınız, bu sofra milletin sofrasıdır” diyebilen Ali Galiplerimizin olmayışı sorununu yaşıyoruz.
Ne var ki arada bir yerlerde Tunç Soyer gibi politikacı olduğu kadar aydın ve aktivist insanlar da çıkıyor. Dün Sayın Soyer’in, Dünya Belediyeler Birliği kapanış konuşmasının metnini okudum. Dikkate değer bir tespitini sizlerle paylaşmak istiyorum:
Çağımızın sorunları ve başımıza gelen salgın belaları ile mücadelede “Döngüsel Kültür” anlayışına ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Kendisine ait bu “Döngüsel Kültür” terimiyle anlattığı kültürü dört ana başlığa oturtuyor Tunç Soyer:
1-Doğa ile uyum kültürü,
2- Birbiriyle uyum kültürü,
3- Çevremizle uyum kültürü,
4- Değişimle uyum kültürü.
Her biri üzerinde biraz düşününce, eğer tarafgirlik gibi bir kurt kemirmiyorsa beynimizi, bu dört maddenin belki de bizim özelimizde yaşamsal önemini kavrayabiliriz.
Doğa yok edilerek, birbirimizi yiyerek, çevremizle çekişerek, değişim ve ilerlemeye karşı koyarak, asr-i saadet özlemi ile bilimden akıldan, çağdaş uygarlıktan çağımızın düşünce temeli olan laiklikten uzaklaşarak nereye varabiliriz?
“Döngüsel Kültür” üzerinde düşünmeye devam edeceğim.
A.Ümit Aloğlu, 14 Nisan 2022, Mezitli