Sevgili Ünlemcim,
Özlemlerimin Öznesi,
Kiraz Çiçeğim,
Bugün ayrılık üzerine yoruyordum kafamı, durup dururken Şükrü Erbaş'ın " Ayrılık ne biliyor musun!" adlı şiiri geldi aklıma.
Sever misin Şükrü Erbaş'ı?
Ben severim.
Kıvrak ve derinlikli bir şairdir. Onu, edebiyatla ilgili insanların çoğu, salt şiirleriyle değil, edebiyatın çeşitli dalarında eserler vermesi nedeniyle, dergi yöneticiliğinden edebiyatçılar derneği yöneticiliğine kadar her alanda çalışmasıyla severler...
Bizden on yaş kadar küçüktür Erbaş. Sanırım 53 doğumludur. Bozkırın çocuğudur. Yozgatlıdır.
Yozgat ilginç bir kentimizdir. Yozgat ezgilerinde başka türkülerimizin ulaşamadığı oktavlarda ses örgüleri vardır. İlginç türkülerinden tut da başarılı politikacılarına kadar üzerinde düşünülmesi, hatta çalışılması gerek bir kentimizdir Yozgat...
Şükrü Erbaş'tan söz ediyorduk, konuyu dağıttım, bağışla.
Denemeler yazdı, poetik yazılar yazdı, düzyazılar yazdı. Çok da ödül aldı.
Çoğu kimse, onun için söylenen "Şiir Dünyasının yıkıcı tanrısı" sözünü pek tuttu; çünkü şiiri klasik anlayışın dışına çıkarmayı, sosyal konuların inceliklerini şiirleştirmeyi bildi.
Şairler üzerine söyleşirken sözü uzattığımı biliyorum; oysa her şairin şiiri, onun duygularını, yaşadığı ruh halini, toplumsal konumunu anlattığı en güzel anlatılardır. Niye ben uzatıyorum ki sözü?
Galiba kendimi doyuruyorum..
Örneğin bu mektubumun izleği olan Şükrü Erbaş, insanı, aşkı, yoksulluğu, çaresizliği ve hatta öfkeyi o kadar güzel anlatır ki üstüne söz eklemek kimsenin haddine değildir. Demek istiyorum ki seni şiire, şaire hazırlamaya çalışmakla boşuna çaba harcıyorum, boşuna bilmişlikler yapıyorum...
Daha önce üstüne söyleştiğimiz şairlerde yaptığım gibi sözü uzatmadan seni Şükrü Erbaş şiirleriyle baş başa bırakayım. Ama bir de not düşmeliyim, bulabilirsen kendi sesinden dinle şiirlerini, çok sade ve abartısız ama müthiş etkileyici bir ses ve yorumla okuyor.
Eserlerinden, ödüllerinden de söz etmek isterdim ama otuzun üstünde eserin hangi birini yazayım. Ödüllerine gelince Altın Portakaldan Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülüne, nihayet bu sene de Behçet Necatigil Şiir Ödülüne kadar almadığı ödül mü kaldı; hangi birini sayayım. Hoş internet çağındayız, istersen kolayca ulaşırsın, zamanını almayayım da şiirlerle baş başa bırakayım seni.
Zevkli okumalar...
SENİ ÖPSEM
Seni öpsem, gülse bir halk
Seni öpsem, yoksulluk
Utansa verdiği acılardan
Kırılsa her türlü korkunun kanadı.
Seni öpsem, silinse
Alın çizgilerinden gam
Yürek kuytularından akşam.
Bir sonsuz yağmur yağsa
Aşkın kardeş bulutlarından
Aynı mutlulukla ıslansa dünya.
Ayrılığa kapanmasa kapılar
Odalar üzgün durmasa.
Seni öpsem, buğulanmasa gözlerin
Gülse yaz günleri gibi İnsanların gölgeli yüzleri.
Kar yağmasa dar yoluna
Kardeşimi koynunda saklamış dağların
Çıkıp gelse alanlardan Anılardan, duvarlardan
O gencecik ermişler. Işısa yeniden annelerin yüreği
Çocuklar çoğalsa sevinçten
Çözülse babaların kaşlarındaki bulut.
Seni öpsem, boğulsa
Açtığı acının çukurunda
Yüzü kışlar kadar soğuk
O bilinçli kötülük
Arınsa ömrümüzün kiri, kederi…
Donup kalmasa dudaklarımda
Bir suç gibi öpüşün
Bencilliği andıran o buruk tadı
Mutluluk dokunmasa çoğul yanıma.
Seni öpsem ve dünya Kurulsa yeniden
Sevgi kadar yumuşak, zengin ve ak…
AYRILIK NE BİLİYOR MUSUN?
Ayrılık ne biliyor musun !
Ne araya yolların girmesi...
Ne kapanan kapılar...
Ne yıldız kayması gecede...
Ne ceplerde tren tarifesi...
Ne de turna katarı gökte...
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine...
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
Duvarlara dalıp dalıp gitmesi...
Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık...
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin...
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun...
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya...
İki adımdan biri insanın,
Sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan!..
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı... Ben bulutları gösterirken,
"Bulmacanın beş harfli yemek sorusuna" yanıt aramanla halkalanmış,
"Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı" türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş...
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, "Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? " diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan...
Simdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını!
Bir yaprağın düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu...
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını...
Boşluğa bir boşluk katmadığını...
Kar yağdırmadığını yaz ortasında...
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için
Sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce!...
Şiir yazmayacağım bir süre!...
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye!...
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim!...
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu
Bir gül ağacının dibine dökeceğim!...
Falcı kadınlara inanmayacağım artık!...
Trafik polislerine adres sormayacağım!...
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken...
Ömrüm azala azala önümden akarken...
Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken...
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime...
Bıraktığın boşluğu yonta yonta Binlerce heykelini yapacağım !..
Bu mektup da bu kadar olsun.
Hoşça kal, Esenlik içinde ol,
mutlu kal,
Şiirde kal,
Şiir kal.
Sonsuz sevgilerimle.
İmza:
Bir mendil işle yolla
Ucunu gümüşle yolla
İçine beş elma koy
Birini dişle yolla
Ahmet Ümit Aloğlu