Türkiye, Tanzimat’tan beri “Eğitimi” tartışıyor.
Diyebilirim ki bizde eğitim tartışmalarının seviyesi en yüksek olanı Tanzimat yıllarında yapılan tartışmalardır ve hemen hepsi, “nasıl bir insan” yetiştirmek istiyoruz sorusuna cevap arar. Örneğin Ahmet Mithat Efendi, oğluna iki tip insandan söz eder: “İnsan ‘bir şeyi’ öğrenmeli; fakat mükemmel olarak. Yahut her şeyi öğrenmeli; bittabi nakıs(eksik) olarak. Osmanlılığımızın bugünkü haline nispetle şu iki şıktan birincisi müreccahtır. Ben sana onu tavsiye ederim. Fakat bundan sonra birincisi müreccah olacaktır. Sen de evladına onu tavsiye eyle.”
Şinasi, Namık Kemal, Şemsettin Sami gibi ünlülerin yanında dönemin aydınlarının tümü, eğitim tartışmalarına katılmıştır. Bu tartışmalarının “nasıl bir insan” sorusundan sonra gelen ölçütü, “eğitimin dayanacağı felsefe” (ideolojisi) dir. Eğitim, doğrular üzerine mi yoksa makbul olan üzerine mi kurulmalıydı? Bu fikir üreticilerinin içinde, bunlardan biraz sonra da olsa bir tek A. Adnan Adıvar, çağdaşlaşmanın yolunun uzmanlaşmaktan, ayrıntıya inmekten geçtiğini söyleyecektir ve bu fikir, kendinden sonrakileri ciddi ölçülerde etkileyecektir. Örneğin İsmail Hakkı Baltacıoğlu “Bilgili, terbiyeli, belleği güçlü gençler yetişiyor fakat faal, girişimci, azimli, cesur adam yetmiyor” diyecektir ki bu anlayış ve eğitime çizilen bu misyon giderek bizi Köy Enstitülerine götürecektir. Oraya varıncaya kadar eğitimin, ideallere, uygarlığın ilerlemesine odaklanması gerektiği görüşünü savunan Mustafa Sati Beyi, eğitimin bütünüyle millilik esasına dayanması gerektiği görüşünü savunan Ziya Gökalp’i, eğitimin Tuba ağacı gibi değil, yukarıdan başlaması gerektiğini savunan Emrullah Beyi, eğitimin, insanların yeteneklerini geliştirmeyi amaçlaması gerektiğini savunan Mehmet Nadir Beyi ve bunlara benzer bir çok eğitimciyi tanıyacağız bu süreçte, bu konuda kafa yoran yüzlerce aydın arasında…
Cumhuriyete gelinceye kadar ve Cumhuriyet döneminde her politik gelenek eğitime şu iki noktadan önem atfetmiştir:
1-Politik geriliği telafi edecek en kısa yol…
2-İdeolojik görüşü hayata geçirecek kadroları hazırlayan kurum…
Bu iki anlayışın özeti olarak bir üçüncü noktadan, Osmanlı restorasyonunun en belirgin mimarı ve her konuda fikri olan Ahmet Cevdet Paşa’nın görüşünden söz edebiliriz.O diyordu ki:”İbni Haldun’un görüşüne rağmen devlet, gençleşebilir” Ahmet Cevdet Paşanın bu cümlesini şöyle anlayabiliriz: Devlet, bilimi temel alan laik bir eğitimle ve Dünyanın gidişatına uygun yasalar yaparak çağa ayak uydurabilir.
Şuraya varmak istiyorum: Her iktidar varlığını sürdürebilmek, dünya görüşünü hayata geçirecek kadroları yetiştirebilmek için eğitimi biçimlendirmek istemiştir.
Atatürk, ilerici, çağdaş, bilimsel, laik bir Türkiye istiyordu, eğitimi ona göre biçimlendirmek istedi.
Demokrat Parti, Köy Enstitülerini kapatıp bütün evlatlarımızı üniversite kapısına yığmakla liberalizmin kölelerini hazırlamak istedi.
MHP’nin kurulduğu günden itibaren eğitimi ele geçirme çabaları, eğitime verilen bu anlam nedeniyledir.
Türk siyasi tarihinde 17 yıl içerisinde altı bakan ve 15 sistem değiştiren ve hala sistem değiştirmeye çalışan AKP’nin bütün çırpınışlarının nedeni, şu dindar ve kindar kuşakları yetiştirme arzusudur. Bu arzu, Cumhuriyet ile, Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle ve çağın gerçekleriyle bağdaşmadığı için bir türlü gerçekleşememekte, parti de bir türlü köklü sitem yaratamamaktadır.
Öyle görülüyor ki AKP, bu amacından asla vazgeçmeyecek, illa da şeriat düzenine ayak uyduracak, hatta o düzeni inşa edecek gençleri yetiştirmek gayretini sürdürecektir.
Ve öyle görülüyor ki Cumhuriyete, laik dünya düzenine, bilime ve çağdaş değerlerle yaşamaya karar vermiş Türk halkı da AKP’nin bu isteğine karşı direnmeye devam edecektir. Anımsayalım ki geç Osmanlıdan beri bu toplum, hep ileri- geri, laik anti laik çatışmasıyla yaşıyor. Sonuç ne olacaktır, bilemem, ancak şunu biliyorum: Hiçbir düzen mulemma olamaz; çünkü bir düzen ya laik olacaktır ya da şer'i.
*****
Not: Neden bilmem, tam da burada Uğur Mumcu'nun, “Halklar dünyanın her yerinde din sömürüsüne bir süre katlanmış, ama sonunda buna müsaade etmemiştir. Din sömürüsüne dayalı rejimler Dünyanın her yerinde yıkılmışlardır.” sözlerini anımsadım.
Ahmet Ümit Aloğlu