Basitçe, Aristo mantığı ile düşünürsek, yaşadığımız kanlı darbe girişimi , demokrasiye karşı bir kalkışmaydı; darbe karşıtlığı doğal olarak demokrasi temelinde uzlaşmayı gerektirdi.
Dünya'da dış politikaları nedeniyle yalnızlaşan, darbecilerin ve onun destekçisi olduğu artık tartışılmayan CİA'nın yarattığı algı ile iktidar iyice yalnızlaşınca, içeride bir güç kaynağı aramak zorunda kaldı. İçeride demokrasi söylemi ve muhalefetten alınacak destek bu gücü sağlayabilirdi. Büyük, politik yaşamımızdaki uygulamalarıyla da çok başarılı bir taktisyen olan Erdoğan- en çarpıcı örneğini haziran seçimlerinde Baykal'ı saraya davet ederek göstermişti - hemen demokrasi söylemlerine girişti, parti binasına Atatürk posteri asıldı, unutulmuş, unutturulmaya çalışılan Atatürk, anımsandı, muhalefete dostluk eli uzatıldı. Batı'ya karşı da boyutları ve dizaynı küçümsenemeyecek Yenikapı mitingi yapıldı.
Yenikapı mitinginin çarpıcı taktiği, belki de muhalefet liderlerinden bir kısmının çağrılıp konuşturulmasından önemlisi, demokrasi nöbetlerinin sonlandırılmadığı, nöbetlere virgül konduğu mesajı ile orada karşı olunduğu söylenegelen- artık öğrenildiğini sandığımız askeri vesayetin temsilcisinin konuşturulmasıydı.
Ancak ne o üniformalının demokrasi söylemleri, ne muhalefet liderleriyle aynı platformun paylaşılması ne de demokrasi nöbetleri, ülkeye "demokrasi" getirecek gibi görünüyor; çünkü demokrasinin özünü oluşturan uzlaşma, sakat doğmuş bir çocuk gibi debeleniyor.
Yapılanların, söylenenlerin, tavırların gözlenmesinden çıkan sonuç, hamamın da tasın da değişmediğini gösteriyor:
Demokrasinin olmazsa olmazı laiklikten söz eden yok. Tersine şeriat isteyenlerin sesi biraz daha gürleşti.
Gülencilere darbe vuruldu, vuruluyor, daha da vurulacağı açık; ancak onlardan boşalan yerin başka tarikat mensuplarıyla doldurulması, devletin görevlerinin yandaş vakıflara verilmesi yarın için ciddi tehlikeler besliyor...
Basın özgürlüğünden söz etmenin olanağı yok, darbenin önlenmesindeki yadsınamayacak boyutlardaki önemli payı dile getirilse de basına baskılar bitmiyor; tutuklanan gazetecilerin sayıları her gün biraz daha kabarıyor.
Demokrasiye sahip çıkmak için sokağa inenlerden magandalığa özenenlere hadleri bildirilmediği gibi tarafsızlık ilkesi her vesileyle, her alanda çiğneniyor...
Yaşadıklarımız, adil yargının herkese gerekli olduğunu her vesileyle anlattığı halde anlayan yok.
Devlet, bir türlü hukuk devleti olamıyor.
Sosyal adaletin temelleri her gün biraz daha sarsılıyor, ne işçi hakları, ne sendikalaşma özgürlüğü ne iş barışı, ne eşit işe eşit ücret; ne adalet ve kişi hakları ve özgürlükleri...
Bütün bunların tuzu biberi OHAL...
İktidar ve herkes biliyor ki demokrasi kriterleri yaşama geçirilmiyorsa dil ucuyla söylenenler, ne uzlaşma getirir, ne demokrasi...
Bir tek çıkış yolumuz var: Demokrasi temelinde, hiçbir ayırım ve ötekileştirme yapmadan uzlaşmak ve demokrasimizi geliştirmek...
Bunu neden anlamak istemedikleri ise ayrı bir yazı konusudur...
Ahmet Ümit Aloğlu