Zülfü Livaneli, ülkemizin yüz akı, insanlığın güzel evlatlarından biri…
Öykücü, romancı, müzisyen, bestekâr, solist, sinemacı, senarist, rejisör…
1996’da, “Müzik ve edebiyat alanında dünya barışına yaptığı katkılar nedeniyle ÜNESCO’nun iyi niyet elçisi oldu, aktör Forest Whitaker, müzisyen Jean Michel Jarre, tasarımcı Pierre Cardin, cazcı Herbi Hancock, Monaco Prensesi Caroline ile aktris Claudia Cardinale gibi…
Bir barış elçisi olarak, örneğin Yaser Arafat ile Şimon Perez buluşmasını sağlayan ekipte çalıştı, UNESCO için özel müzik besteledi, Barış Kültürü programında çalıştı.
Şimdi bir duyduk ki istifasını vermiş; geçmişte Vatan gazetesinden ayrıldığı gibi, CHP üyeliğinden istifa ettiği gibi…
Diyor ki “Bu istifalar beni rahatlatıyor; çünkü o kurumların sorumluluğunu taşıyamıyorum.
Ne zaman yapıyor bu istifaları?
Üyesi olduğu kurumlar, üyesi olduğu kurum olmaktan çıktığı zaman.
ÜNESCO için de şunları söylüyor:
“Kızını koynuna alan, daha sonra buzdolabına koyan bir anne… Şimdi bunu, o “İnsanî Zirve”de anlatın. Aynı şey Sarıyer’de öldürülen Dilek için geçerli; onun ailesine anlatın. Ya da beyaz bayrak ve serumla dışarı çıkan insanlara anlatın bu zirveyi. Tabii Körfez Savaşı’nda katrana bulanmış kuş örneği üzerinden veya şimdi hepimizi üzen Aylan Bebek için üzülmek kolay; ama bunları yaratan şartları insanların neden buralara düştüğünü sorgulamamak, aslında gerçeği çarpıtmaktır. Gerçeğin bir parçasını gizlemek, yalan söyleyip onu çarpıtmak demektir. Ben bütün bunların farkında olduğum için de o toplantılara gitmemeye başladım. … Mesela zirveye gelen ABD’li aktör arkadaşım Forest Whitaker, gelmiş orada sunuculuk yapıyor. İnanılmaz bir şey bu.”
Hangi toplantılara gitmemeye başlamış Livaneli?
Kendi söylediklerinden okuyalım: “Paris’e gidiyorduk ve orada sinema yıldızları, ‘First Lady’ler, prens ve prensesler şık kıyafetleriyle geliyorlar, akşamları Seine Nehri üzerinde yemekler veriliyor. Burada herkes birbiriyle görüşürken “Barış iyidir, eğitim şarttır” gibi klişelere dönüşerek , ‘kendini ısıtan bir soba’ya dönüyor mesele. Bunlardan çok rahatsızdım, eleştiriyordum. Ama sonradan hükümetlere yakınlaşmalar beni rahatsız etti. Bilhassa kendi ülkemde; Türkiye’de.… Bir yandan İstanbul’da insanî zirve toplanıyor, öbür taraftan bu ülkenin gazetecileri hapislere giriyor; yargılanıyor, mahkum oluyor; bir yandan saldırılar oluyor, sivil halka ateş açılıyor; bir yandan ‘tarihi mirası koruyacağım’ derken Sur gibi bir tarihi mirası yok ediyorsunuz; ama bundan söz etmeyip şampanyalı İstanbul partileri yapıyorsunuz.”
Sanatçı, aydın, yaratıcı insan Zülfü Livaneli bu durumda ne yapmalı?
Yine kendi cümlelerini alalım: “Evet burada bulunmanın bir prestiji var, üstün geçiş imkânları var, vs. Ama ben bu avantajları taşımak uğruna kendi vicdanımla kendimi kötü duruma düşüremem.”
Vicdanının dediğini yapıyor, istifa ediyor.
Hep diyoruz ya bir dine mensup olmak vicdanınızı unutturmamalı. Zülfü unutmadığını kanıtladı.
Zülfü Livaneli’nin argümanları üzerinden vicdanını dinlemeyenlere denmesi gerekenleri size bırakıyorum.
MERSİN KENT HABER