Bugünlerde sık sık Faşizm üstüne düşünmek zorunda hissediyorum kendimi.
Nedenini de düşündüm; galiba her gün, bir önceki günkünden biraz daha şiddetle hissediyorum Faşizmin ağırlığını...
Roma imparatorlarının korumalarının omuzlarında taşıdığı baltanın İtalyanca adından, "fascio" dan türeyen bu sözcük, kaynağından beslenen bir anlam taşıyor: Devlet gücünü bir kişli ya da bir partinin eline topladığı baskı düzeni... Bu düzeni kurmayı amaçlayan/ öngören öğreti...
Yaşar mı böyle saçma bir öğreti?
Elbette Milliyetçilik ve din gibi iki kaynaktan beslenirse yaşar...
Faşizmi besleyen milliyetçilik, çarpıtılmış bir milliyetçiliktir.1 Biraz nobran, biraz özüne hayran, biraz diğer milletlere tepeden bakan, çokça da kendini beğenmiş... Dine gelince: Hangi renkte olursa olsun, gericilikle özdeş bir inanç sisteminin kıskacındadır Faşizm. Çünkü Faşizm, insan hakları, yurttaşlık, toplum sözleşmesi, halk egemenliği, hukukun üstünlüğü kavramlarını kutsallık örtüsüsün altına almayı, egemenliği Allah'a atfederek insanlığın binlerce yıllık mücadele ile geliştirdiği bu temel değerleri reddetmeyi amaçlar ve bunu ancak din sayesinde başarabilir. Tüm siyasal araştırmalar faşist rejimlerin salt milliyetçilikten değil, dinden beslendiğini; hatta dini ideolojinin bir parçası hakline getirdiğini tespit etmektedir.
Bu temel görüşten yola çıkarak diyebiliriz ki Faşizm, demokratik görüşlerin, aydınlanmacı değerlerin din tarafından inkarını sağlayamazsa ne iktidara gelebilir ne de iktidarını sürdürebilir.
Bizde bu işler nasıl yürüyor?
Yaşadıklarımızla karşılaştırdığımızda bana pek yabancı gelmiyor bu kavramlar. Hatta her gün biraz daha yoğun ve hızlı tempoda faşizmin kıskacına girdiğimizi hissediyorum; bazıları yaşamımıza dayatılanın faşizm değil, korporatizm olduğunu söyleseler de!2
Ahmet Ümit Aloğlu