Bizde düello kültürü yoktur. Romanlarımızda, öykülerimizde, masallarımızda da düello sahneleri yoktur. Çünkü biz teke tek, mertçe dövüşmeyiz.
Düello, iki kişiliğin birbiriyle mertçe hesaplaşmasıdır.
Biz mert değil miyiz? Bizim cesaretimiz yok mudur?
Eminim ki düello kültürüne sahibolan uluslar kadar mertiz, en az onlar kadar cesuruz.
Ancak, bizde birey oluşmamıştır. Kişiliğimiz birey- fert- olarak gelişmemiştir.
Bunun açıklanabilir bir tek nedeni vardır: Bu ulus bu topraklara gelmeden önce de bu topraklarda da astığı astık, kestiği kestik hükümdarlar tarafından yönetilmiştir. Bizim insanımıza öyle bir bası yapılmıştır ki kimse "kendi" olamamış, herkes ezilmiş, kullaştırılmış, İslam'ın "ümmet" anlayışı da bunu pekiştirince kul, ümmete dönüşmüş, her sorununda bir lidere, bir öndere ihtiyaç duymuştur.
Bu nedenle ülke karıştığı zamanlarda, örneğin yakın tarihimizde, anarşinin kol gezdiği zamanlarda bile, "Bize eli sopalı bir lider gerek" denmiş, bir konuda bizi rahatsız edenler olmuşsa, "Asacaksın bir ikisini, görürsün ortalık süt liman olur." düşüncesi dile getirilmiştir.
Evren Paşaya %92 oy veren bu mantıktır.
Bu mantığı bilen Erdoğan, "Verin 400 milletvekilini bu iş huzur içinde çözülsün" demiş, açıkça vermezseniz huzursuz olursunuz, imasında bulunmuştur.
Bu kişilik şekillenmesi - belki deformasyonu demeliyim- bizi, teke tek dövüşmek yerine bir güce dayanarak düşman saydıklarımızı ezmek, sorun olmaktan çıkarmak anlayışına götürmüştür. Bu anlayış da doğrudan bizi linç psikolojisine, pusu kurma, ihbar etme kişiliksizliğe itmiştir.
Ergenekon'da, OdaTV davasında, İzmir Askeri Casusluk davasında, Balyoz'da olan budur.
Doğuda sürmekte olan savaşta olan bitenin art alanında, bir ulusun kaderini tayin etme hakkını istemesi kadar bu güçlü hükümdar isteme- olma arzusunun ve pusu kurma, ihbar etme kişiliğinin yansımaları vardır.
Ahmet Ümit Aloğlu