İslamcı cephe uzun süre Mustafa Kemal ve arkadaşlarının toplum mühendisliği yaptığından yakındı. Resmi ideolojinin bir tip insanı dayattığını; fakat kimsenin böyle bir dayatmaya, toplum mühendisliği yapmaya hakkı olmadığını yazdı, söyledi. İleri sürdükleri en önemli sav da “Her insanın dilediği gibi inanabileceği, dilediği gibi tapınabileceği, kimsenin insanın yaşama biçimine müdahale edemeyeceği” söylemiydi. Saftirik solcular ve solun “s” harfindeyken kendini Karl Marks sananlar bu hile dolu, bu takıyye dolu sözlere kandılar. Anayasa değişikliği oylamasında “yetmez ama evet” sloganıyla takıyyecilerin yelkenine rüzgâr taşıdılar.
Aklı başında insanlar, deneyimli solcular, dünyanın bin bir halini görmüş Kemalist aydınlanmacılar “Aman!” dediler, “Kanmayın!” dediler. Kendilerini dinletemediler. Çünkü bu kanmayın, inanmayın diyenler, kendilerini Karl Marks sananlar için demokrasiden haberi olmayan, kafası katı kalıplarla biçimlenmiş iflah olmaz, resmi tarihi ezberlemiş, gerçekleri göremeyen despotik Kemalist ideolojinin biçimlendirdiği iflah olmaz dinazorlardı (!)
Bu eleştirilere ucundan bucağından Türkeş’in ideolojisini kavrayamamış MHP eskileri de katıldı. Kimileri bizzat AKP’ye katılarak, kimileri dışarıdan ahkâm keserek inanç tüccarlığına, türban bezirgânlığına soyundu; bunu da demokratlık adına yaptıklarını söylediler…
Şimdi neredesindeyiz bu safsatanın? Birer birer bakalım:
· Bütün ülke yönetimi, imamların kontrolüne geçti mi “yetmez ama evet”çi biraderlerim?
· Bütün kurumların, bakanlıkların kadroları Diyanet işlerinden transferlerle dolduruldu mu sayın kendini Karl Maks zanneden kardeşlerim?
· Türkiye’deki bütün okullar İHL oldu mu bay demokratlar?
· Ülkede demokrasi rafa kaldırıldı mı, TBMM baypas edildi mi; Başkan her gün bangır bangır “İslami, yani dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz!” diye bağırıyor mu saftaloz akademisyenler?
· Böylece yurttaşların çocuklarını hangi okula göndereceğinden nasıl yetiştireceklerine, hangi seçmeli dersleri alacağına dek müdahale ediliyor mu?
· Hatta kadınlarımızın kaç çocuk doğuracağını belirliyor mu aynı erk?
· İnsanların inançlarına müdahale ediliyor mu? (Örneğin Cemevi’ne nasıl bakılıyor? Örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı, fetva kurumuna dönüştü mü?)
· Ülke şeyhler, dervişler, tarikatlar, meczuplar ülkesi haline geldi mi; lafa gelince laiklikten söz eden aymaz beyler?
· Devlet ne yiyeceğimize, hangi saatte ne içeceğimize kadar özel yaşamımıza karışır oldu mu?
Hani devlet insanların inançlarına müdahale ediyor diye “laikler”e saldırıyordunuz; alay eder gibi onlara “laikçi” diyordunuz; ne oldu baylar?
Hani devlet dahil kimsenin, toplum mühendisliğine hakkı yoktu?
Hani devlet bütün inançlara aynı mesafede durmalıydı?
İşte “devletin bütün inançlara eşit mesafede olmasına”, “devletin dinin olmamasına”, “inancın insan ile tapındığı Allah arasında kalmasına”, “kimsenin, devlet dahil kimsenin, bir başkasının inançlarına müdahale etmemesine”, yaşamımıza dinin, inançların, hurafenin değil aklın, bilimin yön vermesine laiklik deniyor; demokrasi de ancak ve ancak bu iklimde yaşayabiliyor demiştik de inanmamıştınız… Bu tartışmaların üzerinden şunun şurasında kaç yıl geçti? Şimdi tartışmanın neresindesiniz baylar?
En çok da özgürlükler konusunda uyuşamıyorduk, vesayetlerin özgürlükleri sınırladığından söz ediyordunuz, biz vesayeti onaylıyormuşuz gibi, şimdi Dünya ölçeğinde özgürlüklerimiz ne düzeyde baylar, bayanlar?
Alın şimdi öpüp başınıza koyun demokrasinizi!
Ahmet Ümit Aloğlu