Cemal Enginyurt’a sevgiyle…
Yetmişli yılların başında, öğrencisi ve sonra öğretmeni olduğum Sivas Öğretmen Okulundan (Biz o okula “Taş mektep” deriz) geldim Mersin Ticaret Lisesine. Sivas’ta TÖS’te görevim vardı. O yıllarda bir meslektaşım da Milliyetçi Öğretmenler Birliğinde görev almıştı. O, benden bir yıl önce atandı Mersin Ticaret Lisesine. Rahmetli, benim okula atandığımı duyunca toplamış koşullandırdığı öğrencileri, talimat vermiş: “O komüniste ders yaptırmayacaksınız.”
Yönetimin edebiyat dersleri için beni görevlendirdiği sınıflardan birine giriyorum, yeşil tahtasında kocaman harflerle bir yazı: “Fakir BaykuŞ’un kimliğini öğrenmek isteyenler Reise üçer lira versinler.” Sınıfımda esen rüzgârı anlıyorum. Yüksek sesle okuyorum yazıyı. Soruyorum, “Duydunuz mu?” “Duyduk” diyorlar. Olsun, ben bir kez daha okuyayım, dalmış olan vardır aranızda, deyip bir daha okuyorum: “Fakir Baykuş’un kişiliğini öğrenmek isteyenler reise üçer lira versinler. …”
Şimdi derse başlayacağız, nöbetçimiz tahtayı silsin.
Sınıfta sinek uçsa sesi duyulacak, karınca yürüse hareketi görülecek.
Kim nöbetçi, diyorum, bir delikanlı kalkıyor, “benim” diyor.
Tahtayı siler misiniz, diyorum, azarlayan bir sesle “Fakir Baykuş’un kişiliğini öğrenmemizi istemiyor musun?” diyor.
Aman Ya Rabbim, ben öğretmenim, o öğrenci, ben ona siz diyorum, o bana sen diyor.
Sonra biraz sert biçimde de olsa çözdük bu sorunu.
İkinci ders saatinde dersim son sınıflardan birine. İçeri giriyorum, usule göre sınıfın ayağa kalkması gerekiyor; ancak aldıkları talimat gereği kıpırdayan yok. Ders defterine dersimin konusunu yazıp imzalıyorum. Ben diyorum, Edebiyat öğretmeninizim, adım… Cümlemi tamamlayamadan bir kız öğrencimiz sorgusuz sualsiz yerinden kalkıyor, kucağında bir deste 9 Işık, onları sınıfa dağıtıyor.
Müdahale etmiyorum. Gelip yerine oturuyor.
9 Işık’ı okumayanınız var mı, diyorum.
Hep bir ağızdan “YOK!” diyorlar.
Sevindim, öyleyse dersimize başlayabiliriz, diyorum. Tam cümlem biterken bir başka kız öğrencimiz kalkıyor, sıra arkadaşının sınıfa dağıttığı 9 Işık’ları topluyor.
Amaçları belli…
Sınıfımız Okul Müdürlüğünün karşısında. Durumu ona anlatıyorum. Umursamaz bir edayla “Eminim siz çözersiniz” diyor.
Yıllar sonra eşimi kaybediyorum, hayat zindan oluyor. Uzun hikâye, bir kaç yıl sonra bir hanımefendiyle nişanlanıyorum. Ablası, arkadaşlarıyla bir deniz turuna katılacakmış, “Biz de katılabilir miyiz” diyor. Katılabiliriz, ben bilet arayayım, diyorum. Bilet bulamayacağımı söylüyor herkes. Üzülüyorum. Nişanlıma mahcup olacağım korkusu, sıkıntıya dönüşüyor. Biletleri satan kuruma gidiyorum. Kapıyı çalıp içeri giriyorum; yetkili, bana ders yaptırmamak için sınıfa 9 Işık dağıtan kızım… Beni görünce çıldırıyor, boynuma sarılıyor. Çay kahve ikram ediyor. Elinden gelse kurumu bana bağışlayacak. Sonunda derdimi söylüyorum.
Aşk olsun Hocam, patronun ihtiyaten ayırdığı kamaralarımız var, bir tane mi istersiniz iki tane mi, diyor.
İki tane, diyor, ekliyorum: Henüz nişanlıyız.
Biletleri alınca bu güzel tavrının nedenini soruyorum:
-Hocam, diyor, size zulmettik, notumuzla oynamadınız. Öbürü, bize katılmayanlara birden fazla not vermezdi. Hayat da sizin haklı olduğunuzu gösterdi. Siz iyi bir öğretmensiniz.
Kalkıp gözlerinden öpüyorum, gözlerim nemli.
Bugün Cemal Enginyurt’u dinledim.
Dün düşmandık, fikre
Bugün yurt, ulus ve Atatürk sevgisinde birleşiyoruz; 9 Işık’ı dağıtan kızımla beraber.
Gel de söyleme: “Nereden nereye!”
A.Ümit Aloğlu, 30 Kasım 2024, Kuzucubelen