Şu günlerde, ülkemizde yaşananlar, insanlarımızın neyi, nasıl, hangi referanslarla, ne boyutta düşünmeleri gerektiğini bilmelerini imkansız hale getirdi. Ben de başlıktaki epeyce derinlikli olan kavramları nasıl, ne boyutta düşüneceğimi bilemez olduğumdan onları böyle sıraladım.
Cumhuriyet tarihimizi okuyan, inceleyen herkes bilir, ilk meclisten itibaren “temsil”, tartışılan konulardan biri olmuştur. Korporatifcilere,1 solidarist2 bir anlayışla yaklaşan İttihat ve Terakki artıkları, iş koluna (meslekî birliklere) dayanan bir meclis istiyorlardı. O yolla bir daha iktidar olmayı umuyorlardı.
Meclisin, korporatif-solidarist yapının tamamlayıcısı olarak görülen Sovyetler sistemiyle zenginleşeceği görüşünde olanlar da vardı. Bunlar TBMM’de kurdukları komisyonlarda çiftçiler, çobanlar, tüccarlar, denizciler, madenciler, ırgatlar, serbest meslek sahipleri, sanatkârlar, memurlar ve askerler diye dokuz meslek zümresi oluşturdular. Ziya Gökalp bu görüşlere “meslek ahlâkı” kavramını eklemeye çalıştı.
Biliyoruz ki Atatürk, bu görüşleri kabul etmedi. Ona göre “millet, bireylerin toplanmasından farklı bir sosyolojik gerçekliktir.” Kendileri, J.J. Rouseau’nun halkın egemenliği kavramını benimsiyor; meclisin halkın temsilcilerinden oluşması gerektiğini savunuyordu.
Onun bu anlayışı, Spirtüalizmi3, korporatizmi, solidarizmi reddetmek, hatta Gökalp’in halkçılık kavramını bir ölçüde geliştirerek “millet” kavramını öne çıkarmaktı. Bu yüzden “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." Demişti. Bu muhteşem tanıma rağmen geldiğimiz nokta yürek yakıcıdır; çünkü:
*Ülkede millet kavramının içine sığdırılamayacak birileri “şeriat” çığlıkları atarken birileri de farklı etnik aidiyetleri öne sürerek Ata’nın tanımını çürütmeye, farklı ulusal devlet ya da şeriat devleti oluşturma hayalleri kurmaktadır.
*İktisadi hayat her türlü “izm”i aşan bir soygun düzenine dönmüş, hayat çekilmez olmuş, hayat pahalılığı ve enflasyon insanlarımızı canından bezdirmiş haldedir.
* Kültürel hayat giderek evrensel kültürü, ulusal kültürü reddeden arabesk hatta Arap kültürüne doğru hızla yol alır hale gelmiş durumdadır.
* Demografik yapı bozulmuş; ülke hemen her ulustan göçmenle/ sığınmacı ile doldurulmuş, kimse kimseyi tanımaz hale gelmiş; ulus, birbirini sevmeyen, birbirinden nefret eden insan yığınlarına dönüşmüş, insanlar arasındaki yegane aidiyet, iktidardan pay almayı amaçlayan parti aidiyeti haline dönüşmüştür.
*Gençliğimiz, ülkemizle duygusal ve ekonomik bağlarını koparmış, gözünü ve gönlünü demokrasi ile yönetilen ülkelere çevirmiş durumdadır.
* Z kuşağı denen yavrularımız kendilerinden önce Dünyaya gelen herkesi reddeden bir uyumsuzluk ve çaresizlik içindedir.
* Artık beka sorunu kavram olarak, dış tehditleri aşmış; “Bu koşullarda bu millet nasıl yaşayacak?” sorusuna indirgenmiş durumdadır.
* Ve milletin temsilcileri ulusal iradeyi temsil eden, milli egemenliği kullanan vekiller değil, emirle el kaldırıp indiren mensuplar haline gelmiştir.
Özetle:
Millet, yaşayışı ve demografik yapısıyla beka sorunu yaşıyorsa, Meclis, milleti temsil edeceğine yetkilerini birilerine devretmiş, yukarıdan gelen buyrukları onaylamaktan öteye geçemez hale getirilmişse devletin bekasından hangi cümlelerle söz edilebilir?
Ümit Aloğlu, 21 Kasım 2024, Kuzucubelen