Mezitli’nin Kuzucubelen köyünde. (Şimdi adı “mahalle” oldu.)
Kuzucubelen Mahallesinde diyemiyorum ; çünkü buraya taşınmadan Mezitli’nin gözde mahallesi Viranşehir’de yaşıyordum. Bir yerleşkeye mahalle dediniz mi orası mahalle olmuyor.
Her kentin bir göz bebeği, merkez mahallesi/semti vardır. Viranşehir Mezitli’nin o yerleşkesidir: gözbebeği, merkez yerleşkesi. Herkesin gözü gönlü oradadır. Kentin yaşanırlığı, kültürel düzeyi hatta ekonomik düzeyi oraya göre ölçülür. Orada da Mahalle kahvesine giderdim. Sahil Kahvesi yazılarım o mahallenin kahvelerinde yapılan söyleşilerden beslenirdi..
Kuzucubelen’de de Kahveye gidiyorum. Mahalleli ile söyleşiyorum; ülke sorunlarını tartışıyoruz.
En sonra söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Onlar kadar politika bilmiyorum ben. Ülkenin nasıl bir talana uğradığını, şu geçiş garantisi verilen yolları, hasta garantisi verilen hastaneleri, uçuş garantisi verilen hava alanlarını, %98’i işletmecilere verilmiş siyanürle altın arayışına verilen izinleri, denize bakan yamaçlarda çıkan orman yangınlarını ve o ormanı yanmış arazilerin encamını, kesilen zeytinlikleri, tarımın çöküşünü, hayvancılığın nasıl öldürüldüğünü, ülkede hiçbir fabrika açılmazken eldeki fabrikaların- Tank Palet Fabrikası, Şeker Fabrikaları dahil nasıl satıldığını, Doların, Evro’nun karşısında TL’nin nasıl Dünyanın en değersiz parası haline getirildiğini, “nas” söyleminin ülkeye neye mal olduğunu, enflasyonun nerelerde olduğunu, nerelere doğru ve neden gittiğini, emeklinin, üreticinin, işçinin yaşadığı yoksulluğu, eğitim dünyamızın nasıl dinî eğitime doğru sürüklendiğini, bu çabanın nedenlerini, neden yetişmiş öğretmenlerin sokaklarda süründürüldüğünü, buna karşın Diyanet İşlerinin nasıl para içinde yüzdürüldüğünü, ülke kültürünün ve insanının nasıl Araplaştırılmak istendiğini, göçmen mi mülteci mi- adı ne olursa olsun- bir takım insanlar tarafından bir ABD projesi kapsamında ülkenin istila edilmesine neden izin verildiğini; kısacası ekonominin kimin yararına işletildiğini, milletin anısına küfredenlerin aslında ne yaptıklarını, Varlık Fonunun, Merkez Bankasının bile nasıl zarar ettirildiğini, hangi politikacıların nasıl yalan söylediğini, nası dün kara dediklerine bugün beyaz dediklerini senden benden iiyi biliyorlar. Bu insanlarla kimse ülke sorunlarını tartışamaz.
Bu konuların konuşulduğu bir söyleşide, köyün en popüler ve sevilen insanlarından biri olan A.Y. sözümü kesti,
-Hocam bir şey soracağım, dedi.
Yeni bir konu açılıyor diye sevinerek,
-Buyurun A. kardeş, dedim.
A.Y. Yutkundu, sağa sola baktı,
- Boşa konuşmuyor muyuz Hoca, bana, bunca yıldır bu adamların yaptıklarından, uyguladıkları politikalardan olumlu, övünülecek bir tek şey söyleyebilir misin, dedi.
Sağa sola baktım, bir genç elini kaldırdı,
-Buyurun, dedim.
-Hastaneleri, hava alanlarını, köprüleri, alt –üst geçitleri, Marmaray’ı unutuyorsunuz, dedi.
A.Y. söz istedi. Buyurun A. Ağa dedim.
-Delikanlım, haberim var, babaannen hasta, bir haftadır randevu alamıyorsunuz, torpil aramaya durdunuz. Bu işi de bizzat sen yürütüyorsun. Hava alanlarının, hastanelerin, onları yapmak görevleri iken bu soygun sisteminde yaparak milleti soyduklarını, bu saydıklarının hazineye maliyetini de git babandan sor; sus da efendi efendi otur yerinde, dedi.
A! Bir baktım bizim genç tüymüş.
Ağzım açık kaldı.
Ben de, bugün bu kadar yeter, biraz işim var dedim, ayrıldım kahveden.
Siz olsaydınız ne yapardınız?
A.Ümit Aloğlu, 10 Mayıs 2024, Kuzucubelen