DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Ahmet Ümit Aloğlu
Ahmet Ümit Aloğlu
Giriş Tarihi : 03-06-2024 09:27

Nazım’ın Dil Sevgisi 

Bu gün 03.06.2024. Nazım’ı kaybedişimizin 61.yılı. Onu sanatı, eseri, barış adamı oluşuyla alkışlıyorum.  
  Nazım Usta, bütün yönleriyle incelendi, yazıldı. Daha da incelenecek, yazılacaktır; çünkü buna değer.  
   Gözlerim yeni bir çalışmaya izin vermiyor; bari eski bir çalışmayla olsun büyük sanatçımızı anayım istedim.  

ADD benden Nazım’ı anma etkinliğine katılmamı isteyince heyecanlandım. Aynı heyecanı, İçel Sanat Kulübü’nün yine Nazım konusunda yaptığı bir etkinliğe çağrıldığımda  yaşamıştım. Çoğu konularda bu heyecanı duymuyorum. Neden Nazım söz konusu olunca böyle heyecanlanıyorum? 

Bu, Nazım’ın büyüklüğü karşısında söyleyeceğim her sözün cılız kalacağını bilmenin verdiği bir korkudur ve ben, o korkuyu  heyecan sanıyor olabilirim. 

Nazım’ın çok yönlü bir sanatkar olduğunu hepimiz biliyoruz. Böyle bir toplantı ortamında birçok şey  söylenebilir, bu büyük ozan  için.  Ben, en az konuşulan yanlarından birinden söz edeyim istedim. İzniniz olursa,  bu konuşmamı “dil” ile sınırlandıracağım. Yani sadece Nazım’da  dil sevgisinden, Türkçe sevgisinden  ve Türkçemizi kullanışındaki ustalıktan söz edeceğim. Bu konuşmamı, bir bilimsel bildiri –tebliğ- olarak algılamamanızı, konuşmamın sonunda olası yanlışlarımı düzeltmenizi, eksiklerimi tamamlamanızı, alçak gönüllülük gösterip katkıda bulunmanızı dileyerek başlıyorum:  

Bu sunumda, Nazım’ın 1928    sonrası şiirleri, bu şiirlerde kullandığı dil ve dile bakışı  ele alınmıştır. Bu tarihten önceki şiirlerinin zaten kendisi de bir çoğunu yayınlamamıştır. Onlar Nazım’ı temsil etmezler. Şairin o dönem için dile bakışını anlatan bir sözü, bir yazısı da yoktur elimizde. Zaten Nazım da henüz şekillenmemiştir, o dönemde. Bir şiirinde karşımıza  bir Mevlânâ müridi olarak çıkar: 

MEVLÂN 

Sararken alnımı yokluğun tacı 

Gönülde silindi neşeyle acı 

Kalbe muhabbette buldum ilacı 

Ben de müridinim işte Mevlânâ 

 

Ebede set çeken zulmeti deldim 

Aşkı içten duydum Arş’a yükseldim 

Kalbden temizlendim huzura geldim 

Ben de müridinim işte Mevlânâ  

 

Bazı şiirlerinde ulusçudur: 

IRKIMA 

Ey ırkım sen bir zaman 

Avrupa’yı titreten 

İstanbul’u fetheden 

Fatihlere maliktin. 

Ateş saçan sahralada harbeden 

Cengavere sahiptin 

Bir zamanlar Avrupa 

Cehl içinde yüzerken 

Yine sen ey ırkım 

İlm-i vakte aşina 

Alimlere maliktin 

Neden bugün Avrupa 

Sana  meydan okusun 

Neden bugün 

O cehalet yuvası 

Sana meydan okusun. 

 

Bazı şiirlerinde bir mümindir: 

“HAK YOLLARI” 

O yolardan kervan geçmez, kuş geçmez 

Oralarda nur doludur her gece 

Yürüdükçe uzar uzar günlerce 

O yollardan kervan geçmez kuş geçmez. 

 

O taşlıklar asırlardır kimsesiz 

Fakat bugün işte onun ezelî 

Sükûtunu ihlâl eden yalnız biz 

Yürüyoruz Hakkı sezdik sezeli. 

 

Uzatmayayım, benim burada sözünü edeceğim Nazım,  bu ilk gençlik yıllarındaki, henüz sosyalizmle tanışmamış Nazım değil. Benim sözünü edeceğim Nazım,  

 

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFINA SELÂM 

 

Türkiye işçi sınıfına selâm! 

Selam yaratana! 

Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! 

Bütün yemişler dallarınızdadır. 

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, 

Haklı günler,  büyük günler, 

Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, 

Ekmek,gül ve hürriyet günleri. 

 

Türkiye işçi sınıfına selâm! 

Meydanlarda hasretimizi haykıranlara, 

Torağa, kitaba, işe hasretimizi, 

Hasretimizi, ayyıldızı esir bayrağımıza. 

 

Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm! 

Paranın padişahlığını, 

Karanlığını yobazın 

Ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm! 

 

Türkiye işçi sınıfına selâm! 

Selâm yaratana! 

 

Diyen Nazım’ın dil sevgisi ve dilimizi kullanışındaki ustalıklardan söz edeceğim. 

Böyle bir konuya yine onun dizeleriyle başlamanın doğru olacağını düşünüyorum: 

 

Türküler söylendikçe Türk diliyle 

Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle 

Türk diliyle gülünüp 

Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça,  

Ben anılacağım 

Doğrusu, işte anıyoruz onu.  Kim bilir daha nice yıllar, insanlar anacaklardır Nazım’ı. Bana kalırsa, emperyalistler böyle azgınlaştıkça daha da çok anılacak....  

Politikaya girmeyeyim.  

Ne demek politikaya girmeyeyim? 

Kimileri, bir zamanlar, Nazım’dan söz ederken, “İdeolojisi ne olursa olsun,  ben şiirinden söz ediyorum. Düşünceleri, ideolojisi beni ilgilendirmez...”  gibi sözler ederlerdi. Bu tür sözleri söyleyenler hâlâ aranızda varsa, beni bağışlamasalar da söyleyeceğim, yaklaşımları yanlış. Kendisi bu konuda şunları söylüyor:  

“ Şiir dili, vezin dili, konuşma dili diye ayrı ayrı dil yoktur. Bu dilin içinde hayatın bütün unsurları vardır. Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir.”  

Nazım, düşüncesiyle şirini birleştirmiş, bir şairdir. Başka türlü de olamazdı zaten, Bütün büyük şairler öyledir. Yunus’u tasavvuftan ayırarak düşünebilir miyiz? İstanbul ve cihangirlik fikirlerini bir yana atarsak Yahya Kemal’den ne kalır. Aydınlanmacılığını unutursak Dağlarca’yı nasıl anlayabiliriz?  

Burada sözü uzatmadan şunu söylemek istiyorum, Nazım, dünyaya nasıl bakmışsa, yaşama nasıl bakmışsa dile de öyle bakmıştır. Onun dil kavgası; aydınlık kavgası, sosyalizm kavgasıdır. Dilini en güzel şekilde kullanmayı isterken, davasına hizmet edecek sözleri en güzel şekilde söylemeyi amaçlar: 

 “Dilimin sözleri değerli taşlara benzer... Ben bir kuyumcu yamağıyım. Bu aydınlık taşları birbirine çarparak işitilmemiş sesler çıkarmak istiyorum.” diyor. 

 Dil devrimine yaklaşımı da, devrimci bir yaklaşımdır:  

Diyor ki: “... Türkçe bir dönüm yerindedir. Er geç bu dönümü dönecektir. Dilimizin temizliğe, güneşli su gibi ışıklığa doğru akışının önüne geçilemez. Dönüm yerleri köpüklü olur, bulanık olur... Dönüm yerinde su dalgalıdır... Dilimiz de dönümünü dönerken köpüklenecek, bulanacak, dalgalanacak.... Bu köpüklenmeden, bu bulanmadan tiksinenler, korkanlar olacaktır... Onlar, ağır kokulu, durgun, ışıksız sularda yüzmeye alışmışlardır....Dilimizin bugün içine girdiği dönüm yeri, konuşma diliyle yazı dili arasındaki derin ayrılığı kaldıracak; yalnız, ikisini de temizleyerek, ışıklandırarak bu işi yapacaktır. Ben kendi payıma, ne yeni sözlerden korkuyorum, ne de birçoklarını yadırgıyorum. ...Dil, yürüyor. Yürüyenin önünde durulamaz.” 

Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı, salt Anadolu’dan  sömürücüleri kovan bir savaş değildir. O savaş, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasını, yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını da belirler. Cumhuriyet, her alanda olduğu gibi, düşüncede  de bir yeniliktir ve bunu belirginleştirecek, yaşamsal kılacak olan dildir. Dilimizin Cumhuriyetin kurulduğu yıllardaki durumu, başka bir söyleyişle Nazım’ın şiire başladığı yıllardaki durumu, abartmıyorsam, içler acısıdır. Cumhuriyetin kurucuları bunun bilincindeydi. Dilimizi o haliyle bırakmaları düşünülemezdi. Ne yapmak gerekiyordu? Atatürk, “dilimizin yabancı diller boyunduruğundan kurtarılması” gerektiğini söylemişti. Dilimizin büyük bir dil olduğunu işlenmesi gerektiğini söylemişti. Dilimiz nasıl gelişecekti? Burada Türk Dil Kurumu’nun yaptıklarını anlatacak değilim, Nazım’a kulak vermek istiyorum:     

“Geniş konuşma dilimizden diyor, Nazım, yazı dilimize sokacağımız her yeni söz, aşıntıya, silikliğe, alışkanlığın boyasızlığına, ölülüğüne karşı dikilmiş bir yapıdır.” 

Bu sözleriyle,  yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılacak, geliştirilecek ve halkın söyleyişlerine kavuşacak olan  yeni  Türkçe ile ürün verecek olan sanatçılara bir aydınlık yol gösteriyordu: Konuşma dilimizden, halkın dilinden yararlanılacak; oradaki sözcükler, sözler, söyleyişler yazı diline sokulacaktı. Kendisi bu yolda yürüdü. Gerçekten bu yolda yürüyenler arasından çıkmaktadır, ulusumuza onur veren yazarlar. Bunların başında da Nazım’ın bulunduğunu artık bilmeyen yok. Kendisi de  bu onurdan alacağı payı şöyle anlatır: 

“Dünyanın en iyi insanlarından olan Türk halkının ve dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki de en başta gelenlerinden olan Türk dilinin yabancı diyarlarda tanınmasına vesile olabilmek, ömrümün en büyük sevinci ve şerefi olur. Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse, ben de Türk dilini öyle seviyorum....”  

Bir ulusun sevinci ve onuru olabilecek düzeyde eserler yaratabilmek nasıl olanaklıdır? Sorunun yanıtını Nazım’dan alabiliriz? 

 “...Her sosyal devir, kendi sanatını ve kendi bünyesinde yaşayan hakim sınıflarla mahkum sınıfların sanatını vermiştir... Osmanlı denen nesne Osmanlı İmparatorluğu ile yıkıldı ve şimdi Türkçe’yi işlemekle meşgulüz.”  

Her yenilikte, her atılımda, deyim yerindeyse her devrimde olduğu gibi dilin ilerletilmesi, arılaştırılması, geliştirilmesi girişimleri karşısında da birileri ortalara dökülüp bir bardak suda fırtınalar koparmaya çalışmışlardır.  Bu konuda da şunları söylüyor büyük usta:  

“Halifeliğin cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasından şapkanın giyilişine dek, bir devrim bakımından, atılan her adımda yürekleri parçalananlar oldu. Bir devrim sözüyle emperyalizmin denize dökülüşünden, temiz Türkçe’nin işlenmesine kadar yapılan sıçramaların ağrısını, gırtlaklarına sarılmış bir pençe gibi duyanlar vardır.”  

Onların, o devrimlerin her adımını gırtlaklarına yapışmış bir pençe gibi  duyanların devrimin rüzgarı önünde nasıl pıstıklarını, nasıl sinip gizlendiklerini, zamanla karşı çıktıkları sözcükleri, söyleyişleri bile kullandıklarını, şimdilerde ise, nasıl yeniden Osmanlı’yı canlandırmak istediklerini, Osmanlıca’yı diriltmek istediklerini, nasıl  ülkeden can pahasına kovulmuş sömürücülere yeniden kul olmaya çalıştıklarını, bu arada dilimizi de nasıl kullandıklarını söylemeye gerek yok. Konuyla ilgilenenler, çeşitli TV ekranlarında, ilgili ilgisiz birilerinin nasıl Osmanlıca savunuculuğu yaptıklarını izliyorlardır. 

Onlar, kendi ideolojilerinin gereğini yapıyorlar.  Kendi açılarından haklıdırlar. Çünkü onlar,    Nazım ustadan şunu öğrendiler:  

“Kabukla çekirdek, içle dış, kalıpla öz arasındaki bağın en iyi örneğini, dilimizin son yıllarda geçirdiği değişikliklerde görebiliriz. Bir bakıma, söz bir çekirdekse, bir özse, yazı onun kabuğu, onun kalıbıdır. Yeni alfabe kullanılmaya başlandığından beri, dilimizdeki birçok Arap, Acem sözleri, eski yazıya- eski kalıba tıpatıp uyan sözler, yeni yazıya, yeni kalıba uyamaz, yeni kalıba sığamaz oldular. Dilimizin yeni özü de eski yazı dili kuruluşunun kalıbına uyamaz, bu kalıba sıkışamaz olmuştur. Yeni çekirdek, eski kalıbı parçalamıştır; kendine uyan yeni bir kabuk yaratacaktır.” 

Bilindiği gibi, şiir, biçimsel yapısı gereği, doğal olmayan bir söyleyiş olarak kabul edilir. İnsanlar, romanlardaki, öykülerdeki, oyunlardaki gibi konuştuklarında yadırganmaz ama şiirlerdeki gibi konuştuklarında yadırganır. Nazım  başlangıçta, sese önem veren şiirler yazdı. Şiirde sesin işlevini biliriz: Şiirdeki ses düzeni ile şiiri okurken çıkan sesler aynı şeyler değildir. Şiirin kendisinde bulunan seslere, okuyucunun kattığı ses özellikleri değişik şeyler olmak bakımından okuyucununkiler, şiire farklı değerler katabilir veya şiirden bir şeyler götürebilir. Şiirdeki sesin bir anlamı vardır. Elbette, bu bağlamda şiirin müziği, şiirdeki ahenk söylemlerini doğru bulmadığımı söylemeliyim. Müzikteki melodi ile  dildeki alçalma ve yükselmelerin, cümlenin dalgalanan alçalış- yükselişleri arasında büyük fark vardır. Şair, ses değerlerini tekrarlayarak, değişik ses kalıpları  kullanarak şiirinin anlamına güç katar. Bütün amacı da diyeceğini, normal konuşma dilinde söylemekten ötede bir biçimde, daha etkileyici, daha kalıcı söyleyebilmektir. Bu bağlamda diyebiliriz ki, kendine özgü ses örgüsü olmayan şiir yoktur. Nazım’ın şiirlerinde, dili kullanış biçimine baktığımız zaman, amacına ulaşmak, yani söylemek istediklerini okuyucuya tam olarak ulaştırabilmek için,  dilimizin ses özelliklerini ustalıkla kullanır. Ses öğelerini öylesine ustalıkla  kullanır ki, şiiri kendi isteğinize göre değil, şairin istediğine göre okumak zorunda kalırsınız: 

 

trrrrım, 

trrrum, 

trrrrum!   

Trak tiki tak! 

Makinalaşmak  

istiyorum! 

Beynimden etimden iskeletimden  

geliyor bu! 

Her dinamoyu 

altıma almak için 

çıldırıyorum! 

 

Benerci’de de böyle, bir anlamda fütürist diyebileceğimiz bölümler okuruz. Buraya burada girmeyeceğim. Sadece bir örnekle yetineceğim: 

 

Adım 

Adım. 

Adım- lar 

adım – ları... 

Kal- dırım. 

kal-dırım. 

Kal – dırım – lar 

kal – dırım- ları... 

Cad- de... 

Cad – deler 

Kalabalık... 

Ka – la – ba – lık 

itiyor  

iki 

yana 

apar – tıman – ları.... 

 

 Ancak, özellikle de 1936’dan sonraki çalışmalarında, bu kabuk- çekirdek benzetmesi doğrultusunda, işlediği kıskançlık, felsefe, tarih, toplumbilim, eleştiri, tartışma, yergi, ağıt, anı, yolculuk, aşk, sevgi, öfke gibi konularda yeni denemeler yaptı, özle biçimi birleştirdi, romanlar, öyküler oyunlar ve elbette şiirler yazdı, bunların hepsinde, bunlara bakış biçimini yani düşünce sistemini en iyi şekilde anlatabileceği bir dil ve söyleyiş arayışlarına girdi.  Söylemini  daha çok okuyucuya ulaştırabilecek, daha çok sayıda okuyucudan beğeni alabilecek söyleyişleri seçti.  Çünkü; 

“Şiirlerim, okurlarımın tüm sorunlarına yanıt versin istiyorum. Bir delikanlı bir kızı sevdiğinde, şiirlerimi okusun. Yaşlı bir adamı ölümün kederi kapladığında, şiirlerimi okusun. İnsanlar, 1 Mayıs gösterilerine giderken şiirlerimi okusunlar. Bürokratın biri size kötü bir oyun oynadığında, şiirlerimi okuyun.”  

diyordu. 

Böyle herkesin okuyacağı şiir, Osmanlıca ile yazılabilir miydi? Yazılsa bile halkın ne kadarı anlayabilirdi? Osmanlıca’yı bu halkın ne kadarı biliyor, ne kadarı anlıyordu?  Üstelik O’nun  söyleyecekleri yeniydi, yeni bir dili ve biçimi gerektiriyordu. Ancak burada şunu söylemeden sürdüremeyeceğim sözlerimi, her sanat dalı gibi yazın da geleneğine yaslanmazsa başarılı olamaz. Geleneğine yaslanmak sözleriyle, geçmişte yapılanları bilmeyi, onun temelinde yükselmeyi anlatmaya çalışıyorum. Nazım, eski şiirimizi çok iyi biliyordu. Onun sesinden, söyleyişlerinden, biçimsel özelliklerinden alabildiğine yararlanmıştır. Kendi şiirini kurarken, yeni biçimler ararken de ondan yararlanmış, böylece kendi özgün şiirine ulaşmıştır. Örneğin, Osmanlıca’ya sapmadan, divan şiirinin sesini yakalayabilmiştir: 

 

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanından: 

 

Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi, 

Duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler, 

gümüş ibriklerde şarap, 

bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi. 

Öz kardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğup 

yani bir altın leğende kardeş kanıyla aptest alarak 

Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkâr idi.  

Çelebi hünkâr idi amma 

Âl Osman ülkesinde esen 

bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgâr idi. 

Köylünün göz nuru zeamet 

alın teri tımâr idi. 

Kırık testiler susuz, 

su başlarında bıyık buran sipahiler var idi. 

Yolcu, yollarda topraksız insanın 

                           ve insansız toprağın feryadını duyar idi. 

Ve yolların sonu kale kapısında kılıçlar şakırdar 

Köpüklü atlar kişner iken 

Çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi 

Tarumar idid 

Velhasıl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi,  

Ahüzâr idi. 

Burada duyduğumuz Divan sesidir. Halk şiirinin sesini  de  aynı yapıtında köylü söyleyişine ulaşarak yakalayabilmiştir: 

 

Karanlıkta durdular. 

Sözü O aldı,dedi: 

“- Ayasluğ şehrinde Pazar kurdular. 

Yine kimin dostlar 

Yine kimin boynun vurdular?” 

Yağmur yağıyordu boyuna. 

Sözü onlar alıp  

dediler ona: 

“-Daha Pazar 

kurulmadı 

kurulacak. 

Esen rüzgâr  

durulmadı 

  durulacak. 

Boynu daha 

vurulmadı 

vurulacak.”  

Karanlık ıslanırken perde perde 

Belirdim onların olduğu yerde 

Sözü ben aldım, dedim: 

“- Ayasluğ şehrinin kapısı nerde? 

Göster geçeyim! 

Kalesi var mı? 

Söyle yıkayım. 

Baç alırlar mı? 

De ki vermeyim. 

Sözü O aldı, dedi: 

“- Ayasluğ şehrinin kapısı dardır. 

Girip çıkılmaz. 

Kalesi vardır, 

kolay yıkılmaz. 

 Var git al atlı yiğit 

var git işine!...” 

Dedim: “- Girip çıkarım!” 

Dedim: “- Yakıp yıkarım!” 

Dedi:    “- Yağış kesildi 

Gün ağarıyor. 

Cellat Ali, 

Mustafa’yı 

çağırıyor! 

Var git al atlı yiğit 

var git işine!...” 

Dedim: “- Dostlar 

    Bırakın beni 

    Bırakın beni 

    Dostlar 

    göreyim onu 

    göreyim onu! 

    Sanmayınız 

    dayanamam. 

    Yandığımı 

     el aleme beli etmeden yanamam! 

    

Dostlar 

“Olmaz!” demeyin, 

“Olmaz!” demeyin boşuna 

sapından kopacak armut değil bu 

armut değil bu, 

yaralı olsa da düşmez dalından; 

bu yürek 

bu yürek benzemez serçe kuşuna 

serçe kuşuna. 

     

Devrim, onun tek sorunuydu. Bu yeni öz, kendisini anlatmaya elverişli bir kalıp gerektiriyordu. Bu içeriğin  yaratacağı kalıp, eski kalıbı ve o kalıba uyan sözlerle yaratılan, yaratılan galiba doğru olmadı, aktarılan düşünceleri de yok edecekti. Birileri, yani dil devrimine, dilin gelişmesine, arılaşmasına karşı olanlar, bunun farkındaydı. Dil devrimine karşı olanları bir düşünün, hepsi aslında devrime, aydınlığa, insanlığın güzel günlerine düşmandırlar. 

Nazım onları, ünlü şiirinde şöyle anlatıyor: 

 

Onlar, ümidin düşmanıdır, sevgilim, 

akar suyun, 

meyve çağında ağacın, 

serpilip gelişen hayatın düşmanı. 

 

Bu ümidin düşmanları biliyorlardı ki  Nazım da, diğer    ozanlarımız da, yazarlarımız da eski dili bilmez değiller, eski yazıyı bilmez değiller. Hatta Nazım’ın Osmanlıca’yı iyi bildiğinin de farkındaydılar. Nazım, ailesini geçindirmek için cezaevinde çeviriler yaparken, Fikret Adil, çevirsin diye O’na Manon Lescaut’yu gönderir. Bu konuda, bir mektubunda şunları yazıyor:  

“Bana tercüme edilecek bir kitap geldi, Fikret Adil’den. Manon lescaut. Tercüme etsin diye ona göndermişler, o da bana havale etti. ...Bu zanpara papaz efendinin berbat bir Fransızca’sı var. Daha doğrusu Fransızca’nın Osmanlıca’sıyla yazıyor ve Türkçe’ye değil, Osmanlıca’ya çevrilseydi çok kolay ve tıpatıp aynı üslupta olacaktı.” 

Bu araya şunu sıkıştıralım: Çeviriden nefret edermiş.  

Osmanlıca’yı böyle iyi bilen, Fransızca’yı böyle iyi bilen bu yeni dilden yana olanların eskiyi bildikleri halde yeni dili savunmaları ne demekti?  Yeni dil demek aynı zamanda onunla ulaşılacak, anlatılacak, o kalıpta üretilecek yeni düşünceler demekti. İşte dile karşı olanlar, aslında yeni olana, iyiye ve güzele düşmandılar. Yeninin, iyinin ve güzelin halka ulaşmasını istememekteydiler. O ise yalnız bunu; yani iyinin, güzelin, mutlu yarınların peşindeydi ve bunları anlatabilecek yeni bir biçim, yeni bir dil üretmesi gerekiyordu. Nazım’ın dilini halkı gibi kullanmasının nedeni işte, onların, yani halkın düşmanlarının zıddına iyinin, güzelin, doğrunun halka ulaşması isteğidir; devrimciliğinin gereğidir.  

Bakınız, düşüncelerinin halka ulaşması konusunda giderek şiiri, biçim bakımından da söyleyiş bakımından da daha sadeleşecek, artık  özle biçim, çekirdekle kabuk iyice  birbirine yakışacak, bir  bütün oluşturacaktır. 

 

KARANLIKTA KAR YAĞIYOR 

 

Karanlıkta kar yağıyor 

Sen Madrit kapısındasın. 

Karşında en güzel şeylerimizi 

ümidi, hasreti, hürriyeti 

ve çocukları öldüren bir ordu... 

Kar yağıyor 

ve belki bu akşam 

ıslak ayakların üşüyordur. 

Kar yağıyor 

ve ben düşünürken seni 

şurana bir kurşun saplanabilir 

ve artık bir daha 

ne kar, ne rüzgâr ne gece... 

 

Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim. 

Bilmiyorum 

Belki yüzün hatırlatır 

Sibirya’da Kolçak’ı yenenleri; 

belki yüzünün bir tarafı biraz 

bizim Dumlupınar’da yatana benziyordur 

ve belki bir parça hatırlatıyorsun Robespiyer’i. 

 

Ben ne senin yanına gelebilirim 

ne sana bir kasa kurşun, 

bir sandık taze yumurta, 

bir çift yün çorap gönderebilirim. 

Halbuki biliyorum, 

bu soğuk karlı havalarda 

iki çıplak çocuk gibi üşümektedir 

Madrit kapısını bekleyen çıplak ayakların. 

Biliyorum 

ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa, 

insanoğulları daha ne kadar büyük 

ne kadar güzel şey yaratacaklarsa, 

yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin 

güzel gözlerindedir, 

Madrit kapısındaki nöbetçimin. 

Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam 

onu sevmekten başka bir şey yapamam. 

 

Bilindiği gibi bir ara, “Artık şiir yazmayacağım, galiba ben şairlikten el çektim ve başka bir şey oldum” diyecektir, Kemal Tahir’e yazdığı bir mektupta. O günlerde, Memleketimden İnsan Manzaraları üzerinde çalışmaktadır. Memleketimden İnsan Manzaraları, şiir değildir, roman değildir, öykü  değil, destan değil, tiyatro da değildir. Kendisi de böyle söylüyor: 

“Geçen gün, Raşit Kemali ile konuşurken yeri geldi, “ben artık şiir yazmayacağım” dedim. Kelime ve terimler üzerinde oynamak istemiyorum. Yani şu yazdığım 3350 küsurluk kitap bir şiir kitabı değil. İçinde şiir unsuru var, hatta bazen teknik bakımdan kafiye filan bile. Fakat aynı derecede nesir ve tiyatro, hatta senin kaydettiğin gibi sinema senaryosu da var. Ve en galip olan, bütünü belirleyen şiir unsuru değil. Ötekiler de değil, demek istiyorum ki, galiba ben artık şairlikten el çektim ve başka bir şey oldum.” 

Ona bu sözleri söyleten, Memleketimden İnsan Manzaraları’nda yapmak istedikleridir. Bu eserde yapmak istediklerini şöyle anlatıyor: 

 “1- İstiyorum ki okuyucu 12000 mısraı bitirdikten sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun. 2- İstiyorum ki bu insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuya ana hattında belirli bir devirdeki değişik sınıflardan insanları aracılığı ile Türkiye’nin belli bir dönemdeki sosyal durumunu anlatsın. Tabii donmuş bir halde değil, diyalektik akışı içinde. 3- İstiyorum ki Türkiye toplumunu çevreleyen dünya durumu, belirli dönem bakımından, anlaşılsın. 4- İstiyorum ki nereden gelinip nerede olunduğu, nereye gidildiği sorusuna alanımda, yeterli yanıt verilebilsin.” 

 Bu kadar kapsamlı, bu kadar geniş bir amacı olan yapıtın dili nasıl olabilir diye düşünebilir misiniz? Elbette ırmak gibi akıp giden ve su gibi okunan, kolayca anlaşılan bir yapıt olmazsa 12000 dizeyi kim okurdu?  

Bu şair olmaktan el çektiğini söylediği günlerden  kısa bir süre sonra, aradan daha altı ay geçmeden şunları söyleyecektir: 

“Canım şiir yazmak istiyor, ama manzaralardan ayrı ve taban tabana zıt şeyler, lirik, eski deyimiyle şi’rü hayal dolu tatlı, yumuşak, renkli şeyler. Ben ihtiyarladıkça şunu iyi ve cesaretle anlıyorum ki, sağlıklı, umutlu, hatta yumuşak, kederli, lirik şiir insanlara lazımdır.” 

1945 ortalarında bu düşüncesini gerçekleştirmeye başlayacaktır ve dünyanın  en güzel dillerinin başta gelenlerinden biri olan Türkçemizle bence dünyanın en lirik şiirlerini, yazacaktır: 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni: 

Ölüm ve zafer haberleri içinden 

hapiste 

ve yaşım kırkı geçmiş iken 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni: 

Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin 

ve saçlarında 

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının. 

İçimde ikinci bir İstanbul gibidir 

seni sevmek saadeti... 

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, 

güneşli bir rahatlık 

ve etin daveti: 

Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş  

sıcak 

  koyu karanlık... 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni 

Yazmak sana dair 

Hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: 

Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, 

kendisi değil 

edasındaki dünya... 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni 

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: 

Bir çekmece 

bir yüzük, 

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. 

Ve hemen 

fırlayarak yerimden 

penceremde demirlere yapışarak 

hürriyetin sütbeyaz maviliğine 

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım. 

 

Ne güzel şey hatırlamak seni: 

Ölüm ve zafer haberleri içinden, 

hapiste 

ve yaşım kırkı geçmiş iken. 

 

Nazımda özle, yani  içerikle biçimin, biçimin en belirleyici öğesi dilin uyumunu sağlamış, yani, konusu, teması ile dilini birleştirmeyi başarmış dünyanın ender şairlerindendir: 

 

Taranta – Babu’ya Dokuzuncu Mektup 

 

Bugün aklıma 

yazısız ve çizgisiz 

bir resim geldi, Taranta -  Babu! 

Ve benim, birdenbire 

yüzünü değil, 

gözünü değil, 

senin sesini göresim geldi, Taranta - Babu; 

“Mavi Nil” gibi serin, 

yaralı bir kaplan gibi derin 

sesini senin. 

 

Bir özlem böyle bir üslupla anlatılırsa, bir öfke ve aşağılama da şöyle anlatılır: 

 

Sen çıkmadın, 

çıkardılar karşıma seni! 

Kıllı, kara elleriyle tutup enseni 

gövdeni yerden bir karış kaldırdılar, 

sonra birden bire 

bırakıp yere 

seni pantolonumun paçasına saldırdılar. 

 

Bir düşün oğlum, 

bir düşün ey yetimi Safa, 

bir düşün ki, son defa 

anlayabilesin: 

Sen bu kavgada, 

bir nokta bile değil, 

bir küçük, eğri virgül, 

bir zavallı vesilesin!.. 

Ben, kızabilir miyim sana? 

Sen de bilirsin ki, benim adetim değildir 

bir posta katarına 

bir emir kuluna sövmek, 

efendisine kızıp 

uşağını dövmek! 

Sen de bilirsin ki jurnal esnafı, senin gibiler 

tutulup kulaklarından birer birer 

teşhir edilirler... 

 

Kendi deyimi ile sağlıklı, umutlu, hatta yumuşak, kederli, lirik şiirlerin insanlara lazım olduğunu  söylediği yıllarda, bu tanımlamaya çok uygun düşen   rubaileri de yazar:  

Diyor ki: 

“Rubailerinle çok uğraşıyorum. İlk hamlede klasik edayı olabildiğince, bir üslup sorunu olarak, korumaya çalışıyorum. Bu birinci merhale bir çeşit temrin olacak, sonra, rubaiye şekil bakımından da yeni unsurlar koyacağım.(...) Bunlar materyalist- lirik rubailerdir.” 

Klasik rubainin aruz kalıplarından biriyle yazıldığını, biliyoruz. Nazım, kalıp mı dinler. Kalıplar kırılacak, şekil değiştirilecek, bunlarda da Türkçe, o zamana kadar kullanılmışlığının en durusuna ulaşacaktır: 

 

Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayale 

Halbuki sen orada, şehrimde gerçekte varsın etinle kemiğinle 

ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var 

ve asi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile. 

 

Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü 

sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın. 

Ey benim sevgilim,karlı bir çam oranında nefes almanın 

Bahtiyarlığına benzer seni sevmek... 

 

Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi 

uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin. 

Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden 

belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize... 

 

Destanlarda kullandığı dili ise hiç açmayacağım, birazdan sevgili kardeşim Turhan Alıcı, bize destandan parçalar okuyacak ve hiç kuşkum yok ki hepimiz, ilk defa dinliyormuşuz gibi, hayranlıkla dinleyeceğiz. 

 

Sözlerimi bitirirken, aklıma kendini sosyalist sayan arkadaşlarımızın dergilerini  zorlanarak okuduğum günler geliyor. O yazıları yazanlar, Nazım ustanın öz kalıp – kabuk – çekirdek benzetmesini bilmiyorlar mı dersiniz? Buradan bir genellemeye gidebilir miyim, bilmiyorum: Türk devrimcileri, halkın dilini Nazım gibi halk gibi kullanamadıkları için halkla bütünleşemediler. Hiçbir zaman, Nazım dönemindeki kadar kitleye ulaşamadı devrimci düşünceler. 

 

Son bir cümle daha: Davasına ve konusuna egemen olmayanlar, kolay ve anlaşılır dil kullanamıyorlar. Nazım’ın dilinin, şiirine koyduklarının kolayca anlaşılmasının ve insanı yürekten yakalamasının nedeni, onları söylerken, düşüncelerine, duygularına inanıyor olması, konusuna egemen olmasıdır.  

Onun gibi düşünebilenlere, onun gibi duyabilenlere ve canım Türkçemizi onun gibi sevenlere, özellikle de onun gibi kullanabilenlere selam olsun. 

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. 

A.Ümit Aloğlu,  3 Haziran 2004, Mezitli 

Ahmet Ümit Aloğlu

Ahmet Ümit Aloğlu

DİĞER YAZILARI CHP Kurultayı / Kılıçdaroğlu  Özgür Özel’e Öğütler  Mahalle Kabadayılığı  CHP’nin Hastalığı Üstüne  Tarihe Not Düşen Fotoğraflar   Biraz Akıl  Benim Devletim, Benim Sağlığım  Kılıçdaroğlu’na Utandırıcı Sorular  Mahalle Kahvesi  Osmanlı Niçin Yıkıldı  BİR OSMANLI MEKTUBU  Ümit Hoca Neden Tutuklandı  Bir Anı, Bir Tespit  Suriyeli Başkan Olur mu  Kuzucubelen’de Bir Kadın  Selim İleri’ye Dair Aykırı Görüşler  Muhalefet Ne Yapmalıi  ABD, Suriye ve Özgürlük  Temsil, Meclis, Millet  Cevabını Bulamadığım Sorular  Neeedeeen Neden?  İoanna Kuçuradi’yi Tebrik   Kürt Sorununa Realist Bakış Ordumuz Nerelerde ve Niçin   Ne İşin Var  Kürt Sorunu Üstüne  Bir İtiraf Bir Soru  Ebru Eroğlu’ndan Korktular  Kayyım  İktidarın Başını Yiyecek  İki Fotoğraf Bir Feryat  CHP Politikayı Bilmiyor  Atatürk’ü Sevmek   ATAM, 'keşke kabrinde rahat uyutabilseydik seni' Aptal Sorular  Söz Üstüne  İki Fotoğraf Bir Eyvah  Teşekkürname  Ülkede Neler Oluyor  Değişiklik  (Eğitimde) Nereye Götürülüyoruz  CHP ve Eğitim Politikaları  İmamoğlu’na Siyasi Yasak mı?  Çocuklarımız, İstismar ve Gelecek II  Çocuklarımız   İstismar ve Gelecek   Faşizmin En Gizil Versiyonu  Bu Bakan Ne Yapmak İstiyor  Kapitalizmin Gizlenemeyen Yüzü  Şu Bizim Mahalle  Merdan Yanardağ’dan Öğrendiklerim  Anayasa Üstüne Birkaç Söz  Can Atalay Hukuk ve Zihniyet Halil İnalcık Hocayı Okurken Erken Seçim -  II  Sanat Sanatçı Aydın  Belediye Borçları  Erken Seçim  Eğitim  Kapitalizm Amacına Ulaştı mı ? Trajedimiz  Perde 5  Son Sahne  Mehmet Şimşek’e Dair Sorular  Akşener  Erdoğan'ı Anlamak Aydın Sorunumuz  İnsan ve Çevre  89 Sendromu 89 Sendromu Etki Ajanlığı  İtibar Üstüne  Dil  - Kültür   Bizim Köylümüz  Şiirli Mektup Aşık Talibi İsyan  Müfredat, Toplumsal Oluşum ve Çağdaş Değerler Duyun-ı Umumiye’ye Doğru Erdoğan’ı Düşte Görmek Eski Hastalıklar CHP Devlere Karşı Şu Bizim Bağımsızlar II Şu Bizim Bağımsızlar Oy ve Berisi Bir Yanlış Teşhis, Yanlış Çözüm Önerisi Politik Dil Üstüne Bir Militan: Nurettin Veren Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’na Açık Mektup, Öfkemden Düşünemiyorum Bir Aptal Soru Türk Aydını Körlük Yaşıyor İnsanlar Neye Göre Oy Veriyor?  Bir Tespit Bir Uyarı Şiirli Mektup Bayram Atakul Şiiri  Şiirli Mektup  Ahmet Özer Şiiri  Şiirli Mektup Şükrü Erbaş Şiiri Şiirli Mektup Gülçin Yağmur Akbulut Şiiri   Şiirli Mektup  Mehmet Ercan Şiiri  Menderes Niçin Asıldı  Şiirli Mektup Resul Hamzatov Şiiri  Taylan Hocayı Okurken   Şiirli Mektup Metin Demirtaş Şiiri II Şiirli Mektup Birhan Keskin Şiiri Diktatöryal Rejimler Üstüne Bir Şiirli Mektup Özkan Mert Şiiri Meral Hanım Niçin Bağırıyor  CHP’nin Sağalmayan Sayrılığı Toprak Çalışkan’a Dair Toprak Çalışkan’a Dair Meşruiyet Üstüne CHP'nin Hal-i Pürmelâli İktidar Kime Yarıyor   Bir Mektup  İktidarı Tanımlamak Nereye Götürülüyoruz Feryat Ediyorum Bir Ad Verelim  Millet İttifakının Oyları Ya da CHP'ye Yol Haritası Bir Zihniyete Reddiye  Yenilgiyi Anlamak Bir Kez Daha Siyaset ve Seçim  Eksilen Masa Cumhurbaşkanımıza Maruzatımdır Kent Üstüne Seçime Doğru Muhalifete Muhaliflik Kim Memnun Kimi Suçlamalı Sapkınlıklardan Nasıl Kurtuluruz Kendini Önemseyenler Kendi Önemini Bilmeyenler Popülizm Altılı Masaya Bir Öneri Bir Anı, Bir Yorum Mahir Ünal Orban, Erdoğan ve Muhalefet Siyaseten Doyum Kendini Önemseyenler, Kendi Önemini Bilmeyenler Kılıçdaroğlu’nun Kadersizliği - Geldiği Siyasi Merhale Din, Devlet ve Devlet Aygıtları Keskin Solculuk Ya da Sol Komünizm Bir Parti Kurmak İhanet Üstüne Muhafazakarlık, Dincilik, Gericilik Altılı Masa Korkak mı? Kadınlarımıza Bir Anımsatma Bay Bahçeli Ouo Vadis AKP (Erdoğan) Ne Zaman Kaybetti Cumhurbaşkanı Adayı Olarak Mansur Yavaş Metroloji Söz, Söylem, Eylem Quo Vadis Nebati, Quo Vadis AKP? Deve Kuşu Saflığı Bir Panonun Düşündürdükleri Ülkemin Temel Sorunu Halka Anlatılması Lazım Bakanlık Yapmak Bu mudur? Müslümanlar Neden Geri Kaldı Merak Ediyorum Uzun Bir Soru Tarih Potları AKP Neden Gidecek Eleştiriye Güzelleme II Mehmet’i Sahiplenmek II.Abdülhamid’e Özenmek 27 Mayıs İlginç Bir Benzerlik Ekonomiden Önemli Olan Ey Türk Gençliği! Ekonomi > Demokrasi Ziya Paşa’yı Anımsamak Sığınmacılar Pazardan Pazara 18 Bir Soru 6 Mayıs, Yaşasın Deniz ve Arkadaşları Politik Meşruiyet 1 Mayıs Pazardan Pazara 17 Bir Soru Ahlak ve Erdeme Dair Pazardan Pazara 16 Umutsuzluğun Boyutları Döngüsel Kültür 17 Nisan Pazardan Pazara 15 Mahalle kahvesi Orban ve Erdoğan Türkiye Macaristan Değildir Pazardan Pazara 14 Mahalle Kahvesi Dün Başka Bugün Başka Neden Refah Toplumu Olamadık Pazardan Pazara 13 Mahalle Kahvesi Çelişkiler Solun Temel Görevi Pazardan Pazara 12 Mahalle Kahvesi Bir Konuğumuz Var Kültür ve Din Pazardan Pazara 11 Mahalle Kahvesi (Çiftçiler) AKP ve HDP Pazardan Pazara – 10 Mahalle Kahvesi TEBRİKNAME Pazardan Pazara 9 Mahalle Kahvesi Masada Neden Yok HDP Demokrasi mi, Cumhuriyet mi? …krasiler Demokrasi Herder ve Keynes İktidar ve Kültür Demokrasi ve Diyarbakır Pazardan Pazara Mahalle Kahvesi 8 Bir Oyun mu Oynanıyor? Pazardan Pazara Mahalle Kahvesi – 7 Bir Benzerlik Bir Uyarı Pazardan Pazara Mahalle kahvesi 6 Dostlarımıza Bir Sitem Pazardan Pazara Mahalle Kahvesi -4 Geç Bir Enes Çığlığı Pazardan Pazara Mahalle Kahvesi 3 Kentimden İnsan Manzaraları Bir Tespit, Bir Mukayese Mahalle kahvesi 2 Bizim Kahvelerimiz Muhalefete Muhaliflere Bir Sözüm Var Ana Muhalefetin Oyu Neden Artmıyor İbni Haldun’dan Bir Öykü Faşizmin Büyük Silahı: Kontrol Edilebilen Sefalet Bir Kahve Söyleşisi Siyasi Parti Enflasyonu İktidara Giden Yolda Dış Politika Ağıdı Tağşiş Bir Öykü, Bir Teşhir Parlamenter Sistemin İnşası Üstüne 50+1 Nass Üstüne Helalleşme Üstüne Kenar Notları Biz Demirtaş’ın Sol İttifak Önerisi Üstüne Muhafazakarlarla Hesaplaşmak Ya da Helalleşmek Devlete Öneriler 1 DİL SORUNU: OSMANLICA CUMHURİYET Yazamamak Değil Yazmamak Kötücül Bir Kuşku İttifaklar Üzerine Öğrenci Yurtları Politikacılara Politik Olmayan Dersler Yine Laiklik Niçin Saldırıyorlar Afgan Halkı Uluslaşabilir mi? Afganistan: Bir Uluslaşma Sorunu Alkış Kolay Muhalefet İstifa Sığınmacılar Yüreğim Yangın Yeri / Akıl ve Ruh Sağlığım Bozuk Merak Gelecek (Beka) Sorunu Kıbrıs Müjdesi Kim Daha Büyük Genel BAŞKANLARA Çağrı Devleti Kim Yönetiyor Muhalefet Ne Yapmalı Bir Tanım Bir Yorum Doğu Yine Döktürmüş AKP Niçin Gidiyor Ağıt Değil, Feryat Gözlerim Dolu Dolu Son 1915 Yazımdır ŞİİRLİ MEKTUP- ABDULLAH NEFES ŞİİRİ Şiirli Mektup Bir “Son Ada” Değerlendiresi Şiirli Mektup Rıfat Ilgaz Şiiri ŞİİRLİ MEKTUP-BEDRİYE KORKANKORKMAZ ŞİİRİ Şiirli Mektup -Sıtkı Salih Gör Şiiri Fezleke ve Demokrasi CHP’nin Oyları Nasıl Artırmalı İmamoğlu Ne Yaptı İslam Konfederasyonu Grevler ve Demokrasi Kıs Kısa Ekabir-i Devlete Açık Mektup, Kısa Kısa 7 BİZE DE YARDIM EDER MİSİNİZ ? Birinciliklerimiz, Geriliklerimiz Kılını Kıpırdatmamak Dil , Şiddet, Faşizm vs Devlet ve İtibar Korkuyorum BİR YENİ VE MİLLİ MASAL İKTİDAR MOTİVASYONU KISA KISA 4 Kısa Kısa 3 BAŞKAN GÜLTAK NASIL ÇARK ETTİ Kısa Kısa 2 Neo-Liberal Belediyecilik KATAR SEÇİM GELDİ KAPIYA DAYANDI Ortaöğretim Başarıları ve Gelecek Kısa Kısa Reform Gerekli mi Bir Taktik Sorunu Şiirli Mektup Azerbaycan’ın Didaktik Şairi Sabir, Politika ve Vicdan Şiirli Mektuplar Çıtak Ahmet Şiiri 10 Kasım’da Bir Mersinli: Reşit Galip Şikâyetname Şeriat Devleti mi? Niçin? Şiirli Mektuplar Aşık Veysel Yeni Bir Nesil Dil, Matematik ve Dilin Matematiği EYVAH, YİNE YANLIŞ CHP Dogmadan Kurtulmak Ya da Aydınlanmanın Tek Yolu ABD Çöküyor mu Biraz İslamî Söyleme Ne Dersiniz İdamlı Demokrasi Dil Bayramını Kutlarken Akdeniz Devlet ve Laik Devlet Millet İttifakı Topal Aslan Ayasofya, Sekülerler Neyi Görmeli Osmanlı ve AKP Osmanlıcılığının Nedeni Gençlik ve Gelecek Ayasofya Üzerinden Din, Eğitim ve Politika Bir Paket Çocuk Bezi ve Demokratik Düşünme Kurultaya Doğru Ali Babacan Başbakan Olur mu? Provakasyon Şiirli Mektup Hayvan Sevgisi Üstüne Hep mi Yanlış Yapılır Millet, Milliyetçilik ve Türk Tarih Kurumu Pandemi Günlerinin Siyasi Tehlikeleri Bir Siyasi Handikap Faşizm, Korporatizm ve Biz İslamcılar Neden Başarılı Oldu Aryanlar ve Biz Quo Vadis Sendikalar 2019'dan 2020'ye Bakmak Benzerlik Benzer Sonuç Doğurabilir Türk Solunun Hastalığı: Elitizm Kemalizm Üstüne Çeşitlemeler -IV- Kemalizm ve Ordu Kemalizm Üstüne Çeşitlemeler -V- Kemalizm ve Zamanın Ruhu Kemalizm Üstüne Çeşitlemeler -III- Kemalizm Üstüne Çeşitlemeler -II- Siyasal Yelpazede Kemalizm'in Yeri Kemalizm Üzerine Çeşitlemeler - I -Jakoben bir Rodoslu : Reşit Galip Bir Demokrasi Ölçütü Olarak Laiklik CHP'nin İdeolojik Krizi Devlet Adalet Vesaire Bir Şiirli Mektup Oktay Rıfat Şiiri Osmanlı'dan Kalan En Kötü Miras Cumhuriyet Üstüne Düşünmek Mektup ve Potacının Son Mektubu Bir Açıklama, Ve TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt'tan Bir Şiir Şiirli Mektup Bedirhan Gökçe Şiiri Şiirli Mektup Bedirhan Gökçe Şiiri Krize Sosyal Açıdan Bakmak Gelenekle Düşünmek Bir Şiirli Mektup / Özdemir Asaf Şiiri Neden Japonya Olamadık Diye Sorma, THK’ye Bak... Tarikatlar Denetlenebilir mi ? Konuşmak Üstüne Şiirli Mektup Abdülkadir Bulut Şiiri Kadın Cinayetleri Durdurulabilir mi? Bir Ulusal Sorunumuz: Uygarlık Kurtarıcımız Eğitim Olacak Sağ, Kemalizm’le Neden Kavgalı Biz Korkak Bir Millet miyiz? Bir Demokrasi Ölçütü Şiirli Mektup Küçük İskender Muhalefete Öneriler Eğitim Yılının Sonunda Toplum Mühendisliği Üstüne Okullar Kapanırken Eğitim Düz Adam Üstüne Eğri Büğrü Notlar Eğitim Sistemimizin Hedefi ? Minimal Öykü ve Yeni Bir Minimal Öykücü Hal-i Pürmelalimize Dair Ziya Aykın'ın Romanı Postacının Son Mektubu Yeni Bir Nesil Şiirli Mektup / Azmi Yılmaz Şiiri Atatürk ve Diğerleri 2019'da Yaşayacağımız Temel Sorun Şiirli Mektup Refik Durbaş Şiiri Atatürk'ü Anma Gösterileri Üstüne Bir Vakıf: Right Livelihood Dil - II - Ahmet Ümit Aloğlu Devlet Ana / Devlet Baba ve Sorunlarımız Yeni bir Şiirli Mektup / Kavuşamamaların Şiirleri / Ahmet Ümit Aloğlu Bir Şiirli Mektup / MENSUR ŞİİR Ahmet Ümit Aloğlu Bir Şiirli Mektup- Yaşar Miraç şiiri / Ahmet Ümit Aloğlu Şiirli Mektup/ Özdemir İnce Şiiri / Ahmet Ümit Aloğlu Yeni Bir Nesil Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi Üstüne Türkiye'nin Medya Sorunu Seçim Geldi Kapıya Dayandı Terörle Mücadelede İhmal Edilen Husus Bahçeli'nin Koltuğu Anlayamadıklarım Abdullah TOROSLU, Bir Kahraman Portresi Şiddet Akademiye de Sıçradıysa... Tanzimat Dönemi Günümüzden İleri miydi? Muhaliflere Açık Mektup Muharrem İnceye Açık Mektup Deizme Üstüne Mersin Valiliğine Açık Mektup Şiir Dünyasının Yıkıcı Tanrısı Şükrü Erbaş Şiirli Mektup Güneş Topla Benim İçin Diyebilen Şair Kültür, Eğitim ve Zihniyet Üzerine Modern, Modernlik, Modernleşme Pazartesi Yani Abidin Yağmur'un Öyküleri Kültürel İktidar ve Eğitim İş ü İşret (Ayş ü İşret) Şiirli Mektup: Revânî Şiirli Mektup Enver Ercan, Genç Şairlerin Ağabeyi Barış Koyun Çocukların Adını (Refik Durbaş Şiiri) Savaş ve İslam Kemalizmin ve Kemalistlerin Zaafı Şiirli Mektup/Neslihan Mangitay Şiiri İki Söyleşi Bir Yeni Sol (!) İdeoloji Şiirli Mektup/ Oya Uysal Şiiri Şiirli Mektup/ Oya Uysal Şiiri POLİTİKACI VE DİL Devlet Yöneticisinin Özellikleri Üstüne Pompei Tiyatrosu Üstüne Efsane ve Politika Köz Vezni Efsane ve Politika HAKİKAT DEĞİL,TEMENNİ DE DEĞİL,KAÇINILMAZ SONUÇ BU OLACAK Bir Şiirli Mektup Elveda Diyemedik Mersin'e Ağıt İslam Uygarlığı ve Biz Neler Demişlerdi, Neler Yaptılar Politik Kültür Şiirli Mektuplar Anılar Bahçesinin Halis Çiçeği Heykel, Değerlerimize Ters Değil Devlet, Şiddet, Demokrasi ABD Yıkılacak mı? Cihat ve Geç Kalmış Bir Lozan Yazısı /Ahmet Ümit Aloğlu Yürüyüş Bitti, Şimdi Ne Olacak / Ahmet Ümit Aloğlu İslam Alemi Neden Savaşıyor Cemal Paşa'nın Torunu Ne Diyor Böyle? / Ahmet Ümit Aloğlu Kentimiz, Plajlarımız Siyasal Partiler, Liderler ve Toplum Mühendisliği / Ahmet Ümit Aloğlu Meral Hanımın Öfkesi ve Bel'am Mersin'e Sahip Çıkmak Yürüyüş ve Sokak Üstüne Kurumlar İdeolojiler ve Gelecek Kültür, İktidarın "Kültürel İktidar" Özlemi Geçmiş ile Yönetilir mi Bugün? Kültür, Kültürel İktidar Eğitim Yeterli midir Her Sorunu Çözmeye? Arılar ve İnsanlar 2019'a Hazırlanırken Bir Aileden İki İnsan 1946'dan Bugüne 1 Mayıs Üzerine Aforizmalar Şiirli Mektuplar / Engin Turgut Adlı Bir Şair 23 Nisan, Ulusal Egemenlik, Demokrasi vs. Ekolojizm Referandum Sonuçları Demokrasimiz Yetmez Ama Hayır Cumhuriyetten Tiranlığa / Ahmet Ümit Aloğlu Referandumun Meşruiyeti Efsane ve Politika Osmanlı, Anadolu ve Uygarlık ABD, Başkanlık ve Bahçeli Hiç Konuşulmayan Bir Hayır Nedeni Devlet, Devlet Adamı Mersinliler Atatürk'e Sahibolunuz Bedriye Korkankorkmaz'ın Şiirinde Beyt-i Bercesteler Osmanlı, Anadolu ve Uygarlık YURTTAŞ NE YAPMALI CUMHURBAŞKANININ GÖREV VE YETKİLERİ BEDRİYE KORKANKORKMAZ'IN Ülkemin Çok Bilmişlerine Bir İki Öykü İnsanlık İlerliyor ya Biz? Şiirli Mektup / Vasıf Şentürk Çağımızın Karacoğlanı Türkiye Çöl Olmasın Korku Yeter FETÖ TARİKATLER SİYASET TÖRÜ BİRLE TÜZSE İLİ BUNUN Çocuk Evlenmelerine Kültürel Açıdan Bakmak ÖĞRETMENLER GÜNÜ ACISI Bahçeli'nin Siyasi Anatomisi Türkiye Neden Bocalıyor Bir Fotoğrafı Okuyabilir miyiz? İnsan Davranışlarının Kökeni Ya da Mutluluk ve Siyaset Sosyal Demokrasi Nasıl Toparlanır Savaş İki Sultan, İki Hitabe Moody's Lozan ve Türk Sağı Kurtuluş Şiirde Tekme Kör Ölür Badem Gözlü Olur Türkiye Fotoğrafı Pragmatizm de Çelişkisini İçinde Taşır Oh! GATA Yok Artık Nasıl Bir Türkiye Şiirli Mektup Yorgo Yannopoulos Şiiri Darbe, Demokrasi ve Uzlaşma Darbe ve Eğitim Şiirli Mektup Kavuşamamışlıklar İyimserlik Hatta Saflık Darbe mi İç Savaş mı? Zenofobi Bir Hastalıktır? Emre Hoca’ya Arzımdır Akıl ve Bilim mi Laiklik mi Şiirli Mektup Sevgili Ünlemcim Özdemir İnce'yi Yazıyorum Zülfü Livaneli’nin İstifası Şiirli Mektup Haziran Kalbim Halk İçin Program Taslağı Kılıçdaroğlu Nereye Osmanlı Nasıl Güçlendi Bugün Bitti Yarın Ne olacak Yazılmamalıydı Bu Yazı Erdoğan Spiritüalizmini Anlamak Kimlik Sorunu Üstüne Umut Üstüne Dilimiz Şiirli Mektup "Ahmet Ada" İstifa Livaneli'nin Yaşar Kemal'i Beş Kadın İnsanın, Doğanın ve Tarihin Anlamı Savaş Günlerinde Sivil Toplum Kuruluşları İstanbul Metaforu Üzerinden Düşünmek Şiirli Mektup "Acıların Sultanı" Düello Osmanlı Hayranlığı Üstüne Hepimizin Bildikleri Evren Paşa Zihniyeti ya da Bir Köy Tarımcısı "Yeni Aydın" lar ve Felsefe Üstüne Birkaç Cümle BOP,GOP,IŞİD 1
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA